Zekeriyya , doksandokuz veya yüzyirmi yaşına geldiği halde, zürriyetini devam ettirecek, bir evladı yoktu. Hanımı da doksansekiz yaşındaydı. Gerek kendisinin, gerekse hanımının artık çocuk sahibi olma yaşları geçmişti. Zaten hanımı acuze olup, hiç çocuk doğuramazdı. Fakat o, Allah dilerse, Meryeme hesapsız nimetler ve rızıklar verdiği gibi, kendisine de bir evlat ihsan edebileceğine inanıyordu.
Zekeriyya , Beyt-ül-Makdisde, Meryemin ibadet etmekte olduğu odaya girdiği zaman, ona, Allah tarafından türlü nimetler ihsan edildiğini görüp, içine evlat sevgisi düştü. Allaha dua edip, zürriyetini devam ettirecek salih bir evlat ihsan etmesini diledi. Meryeme bunca nimetleri ihsan eden Allah, bana da bir erkek evladı ihsan etse diye kalbinden geçirip, al-i İmran suresinde bildirildiği gibi mealen; “Orada (Hazret-i Meryemin müstesna vaziyetini ve türlü nimetlere kavuştuğunu gören ve ihtiyar bir halde bulunan) Zekeriyya , Rabbine (gece yarısı) dua etti: Rabbim! Senin tarafından (kudretinle fadlından), çok temiz bir zürriyet (salih bir evlat) ihsan eyle. (Hunneye ihtiyarlığı halinde mübarek bir çocuk olan Meryemi verdiğin gibi, bana da vermek lütfunda bulun.) Muhakkak sen duaya icabet edersin. (Benim bu duamı da kabul buyur.) (Bu duadan sonra) Zekeriyya mihrabında (odasında) namaz kılarken melekler (Cebrail ) ona (şöyle) nida etti: (Ya Zekeriyya!) Muhakkak Allah, seni, kendinden gelen bir kelimeyi (Îsa ı) tasdik edici ve kereminin seyyidi ve nefsine hakim (nefsini şehvetlerden korumakta son derece muvaffak olarak) ve salihlerden (Nebilerin sulbünden gelen) bir peygamber olmak üzere Yahyayı (onun dünyaya gelip, peygamber olacağını) müjdeliyor” buyruldu. (al-i İmran suresi: 38-39)
Bu husus, Meryem suresi 7. ayetinde de mealen şöyle zikredildi: “(Allah melek vasıtasıyla buyurdu ki:) “Ey Zekeriyya! Biz seni Yahya isminde bir oğulla müjdeleriz. Ondan önce bu isimde kimseyi tesmiye kılmadık. (Bu adı kimseye vermedik.)”
Allahın, doğmadan önce bizzat ismini bildirmesi, Yahya a mahsus bir hususiyet olup, onun şanının ve derecesinin yüksekliğini bildirmektedir. Zira daha önce ondan başka dünyaya gelmeden önce kimsenin ismi bildirilmedi. Rivayet edilir ki, Zekeriyya , Cebrail dan bu müjdeyi işitince, hayrete düştü. Hayreti, Allahın kudretinden şüphe etmekten değildi. Cenab-ı Hakkın kudretinden emin olduğu halde, müjdenin nasıl olacağı keyfiyetini öğrenmek için idi. Bu sebeple; “Ya Rabbi! Ben ve zevcem ihtiyar olduğumuz halde mi bize çocuk ihsan edeceksin? Yoksa bizi genç bir hale getirip ondan sonra mı bize ihsan edeceksin?” diye öğrenmek istedi. Bu husus Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “Zekeriyya ; Ya Rabbi! Bana ihtiyarlık gelmişken ve zevcem de acuze iken, benim nasıl oğlum olabilir? dedi. (Allah yahut Cebrail ) dedi ki: Ya Zekeriyya! Böyledir. Allah dilediğini yapar.” (al-i İmran suresi: 40)
“(Zekeriyya ) dedi ki: Rabbim! Benim nasıl oğlum olur ki: Zevcem doğurmaz, acuzedir. Ben ise ihtiyarlığın son haddine varmışımdır.” (Cebrail ) dedi ki: öyledir (fakat) Rabbin buyurdu ki: O bana göre pek kolaydır. Daha evvel sen bir şey değilken seni yaratmışımdır.” (Meryem suresi: 9-10)
Zekeriyya bu müjdeye sevinip, arzusunun çokluğunu arz ederek; “Ya Rabbi! Bana vadettiğin çocuğun; meydana geleceğine, delil ve alamet olmak üzere, bu gönlüme yerleşmesi ve kalbimin, bana vadettiğin şeyde mutmain olması için nişan ver. Bununla zevcemin ne zaman hamile olacağını bileyim. O alametle ben bu nimeti şükürle karşılayayım” diye münacatta bulundu. Nitekim, İbrahim da; “Ya Rabbi! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster deyince (cenab-ı Hak); Ölüyü diriltmeye kadir olduğuma inanmadın mı? buyurdu. İbrahim ; Evet. Kesin olarak inandım. Lakin (gözümle de görerek) kalbim mutmain olsun dedi.” (Bakara suresi: 260) Cenab-ı Hak, Zekeriyya ın duasını kabul etti. Bu husus, al-i İmran suresi 41. ayetinde mealen şöyle bildirildi: (Zekeriyya ) dedi ki: ya Rabbi! Bana (bu hususta) bir nişan ver. (Bir nişan göster de zevcemin hamile olduğunu bilip, şükür secdesine kapanayım. Allah, Zekeriyya a vahy ederek) buyurdu ki: Senin nişanın sade bir işaretten başka, insanlara üç gün söz söylememendir. Bununla beraber Rabbini çok an ve akşam sabah Onu tesbih et (namaz kıl). (Zekeriyya ) dedi ki: “Rabbim! Bana (bu hususta) bir nişan ver” (Allah) buyurdu ki: “Senin nişanın, sapasağlam olduğun halde üç gece (üç gün) insanlarla konuşmamandır. Derken Zekeriyya mescidinden kavminin karşısına çıktı ve onlara; Sabah akşam tesbihte bulunun diye işaret verdi.” (Meryem suresi: 11, 12)
Zekeriyya , geçici bir müddetle insanlarla konuşmaktan mahrum olmakla birlikte, Allahı tesbih etmekten ve Ona ibadet ve taatta bulunmaktan geri kalmadı. Üç gün Beyt-ül-Makdisde Rabbine ibadet edip, insanlarla konuşmadı ancak işaretle anlaştı.
Zekeriyya ın doğurmayan ve ihtiyar olan zevcesi hamile kaldı ve belirli müddetten sonra Yahya doğdu. Onun doğumu ailede bayram havasının yaşanmasına sebep oldu. Bazı rivayetlerde bildirildi ki: “Yahya doğduğu zaman, melekler tarafından semaya kaldırıldı. Sütten kesilinceye kadar gıdasını Cennet nehirlerinden aldı. Sonra babasına verildi. Onun yüzünün nurundan ve Hüsn-i cemalinden bulunduğu ev aydınlanırdı.”
Rivayete göre, Yahya ın doğumu ile Îsa ın doğumu aynı sene içinde idi. Yahya ın annesi ona hamile iken, bir gün yolda Meryem ile karşılaştı. Ona; “Sen hamile misin?” diye sordu. Meryem de; “Niçin böyle soruyorsun?” deyince, Yahya ın annesi; “Benim karnımdakinin, senin karnındakine tazim ettiğini görüyorum” dedi. Bu rivayet, Yahya la Îsa ın aynı sene içinde doğduklarını ve daha doğmadan Yahya ın Îsa a uyacağına işaret etmektedir.
Doğumundan itibaren fevkaladelikler içinde olan Yahya ın yetişme şekli, zamanındaki diğer çocuklardan farklıydı. Babası Zekeriyya hem insanlara Allahın dinini anlatıyor, hem de Beyt-i Makdisde Rabbine devamlı ibadet edip, Tevratı okuyor ve okutuyordu. Yahya da aynı havayı teneffüs ederek yetişiyordu.
Yahya , babasının derslerini ve vazlarını dinleyip, Allaha ibadet etmeğe başladı. Bu arada Yahya , küçük yaşından itibaren Tevratı okumağa, onun hükümlerini anlamağa başladı. Hem kendisi okuyup öğreniyor, hem de çevresindeki insanlara anlatıyordu.
Zaten, Allah tarafından ona küçük yaşından itibaren hikmet ihsan edildiği, Tevratı okuyup hükümlerini anlama kabiliyeti verildiği bildirilmişti. Bu husus Meryem suresinin 12. ayetinde mealen şöyle beyan buyruldu: “(Allah buyurdu ki: Biz Zekeriyyaya Yahyayı ihsan ettik ve şöyle dedik:) “Ya Yahya! Kitabı (Tevratı) kuvvetle tut (yani onu ciddiyetle al, hükümlerini mütalaa et. Onu okurken kalbinden ve zihninden başka şeyleri sil. Tevratın hükümlerine göre amel et). Ve biz ona (Yahya a) daha çocuk iken (rivayete göre henüz üç yaşındayken) hikmet verdik. (Tevratı okuma ve fıkhi hükümlerini anlama kabiliyeti verdik. Yahut ona nübüvvet ihsan ettik.)”
“Savi tefsirinde buyruluyor ki: “Bu ayet-i kerimede şuna işaret vardır. Yahya ın Tevrata kuvvet ve ciddiyetle sarılması emredildi. Zira Allahın kelamı yücedir. Şanına layık davranmak lazımdır. Bunun gibi, ilim talebesi, ilme büyük bir arzu ve iştiyakla sarılmalı, bir an bile geri durmamalıdır. Kendini tamamen ilme verse bile sadece bir kısmına kavuşabilir. Şayet çalışmazsa hiç bir şey kazanmaz. Bunun için İmam-ı Şafii;
Ey kardeşim, ilme altı şey kavuşturur,
Ve bunları genişçe sana edeyim beyan:
Zeka, heves, gayret ve yetecek kadar mal,
Bir üstadın telkini, ayrıca uzun zaman.
nazmını buyurmuştur.
Resulallah efendimize, Yahya a emredildiği gibi emredilmedi. Zira Allah Ona büyük bir azim ve kuvvet vermişti. Bu sebeple emre ihtiyaç yoktu.
İmam-ı Gazali hazretleri bu ayet-i kerimeyi; Allahın kelamı olan Kuran-ı kerimin okunduğu esnada, kalbden ve zihinden her türlü düşüncenin atılması ve saf bir gönülle okunması gerektiği şeklinde tefsir etmiştir.
Zira Kuran-ı kerimde beyan buyrulan ilahi feyzlerden istifade edebilmek için; kalbin her türlü düşünce ve isteklerden uzak tutulması gerekir.
Büyüklerden birisine; “Kuran-ı kerim okuduğun zaman hatırına başka şeyler gelir mi?” diye sorduklarında: “Benim için Kuran-ı kerimden daha sevimli bir şey yok ki, hatırıma başka şeyler gelsin” diye cevap verdi. Eshab-ı kiram ve Tabiinden bazıları, aklı başka yerde iken veya gönlünde başka düşünceler var iken bir ayet okusalar, onu iade eder, tekrar kalb huzuru ile okurlardı. Böylece Kuran-ı kerim okurken huşu ve huzur u kalb ile okumak gerektiğini işaret buyurmuşlardır.
Bu ölçüler ve şartlar içinde yetişen Yahya , çocukluğundan itibaren olgun, vakar sahibi idi. Bu bakımdan emsali çocuklardan farklıydı. Vaktini boş şeylerle geçirmezdi. Hatta bir gün, yaşıtı çocuklar oyun oynadıkları sırada, onu da davet etmişlerdi. O sırada; bu Kainatın nasıl yaratıldığını ve insanların var oluş sebep ve hikmetlerini düşünmekte olan Yahya , arkadaşlarına; “Biz oyun oynamak için yaratılmadık” diye cevap vermişti.
Bu hususta, Ramuz-ül-Ehadisde Muaz bin Cebelden rivayet edilen hadiste, Peygamber efendimiz şöyle buyurdu: “Allah rahmet etsin, kardeşim Yahyaya ki o; küçük iken çocuklar kendisini oyun için çağırdıklarında; Ben oyun için mi yaratıldım dedi. O küçük iken oyun için böyle söylerse, yetişkin kimsenin günah işlemesindeki hali nasıl olur?”
Küçük yaştan itibaren Tevratı ve ahkamını öğrenmiş olan Yahya , bazan Beyt-ül-Makdisde, bazan da tenha ve ıssız yerlerde ibadet ve taatla meşgul olurdu. Öğrendiklerini İsrailoğullarına anlatır, onları, Allahın emirlerini yapmağa ve yasaklarından kaçınmağa davet ederdi. Gayet mütevazi ve sade bir hayatı vardı. Kıldan elbise giyer, arpa ekmeği yer, dünyaya gönül vermezdi.
Yahya , Îsa ile akran idi. Ramuz-ül-ehadisde Hasenden rivayet edilen hadiste Resulallah efendimiz buyurdu ki: “Yahya Îsaya dedi ki: Sen ruhullah ve kelimetullahsın. Benden hayırlısın. Îsa ise; Bilakis, sen benden daha hayırlısın. Seni Allah selamladı. Ben kendimi selamladım dedi.” Bu hadis-i şerif onların aynı zamanda yaşadığını ve birbirlerine karşı tevazu göstererek iltifatta bulunduklarını bildirmektedir.
Kıldan elbise giyerek hayatını devam ettiren Yahya , gece-gündüz Rabbine ibadet eder, Allah korkusundan dolayı çok ağlardı.
Allah, ağlamakta olan Yahya a vahy edip; “Ey Yahya! Eğer Cehennemin nasıl olduğunu bilseydin, kıldan değil, demirden elbise giyer, daha çok ağlardın” buyurdu. Bunun üzerine Yahya , içli içli ağladı ve ağlamaktan, gözyaşları sebebiyle nurlu yüzü yara oldu.
Babası Zekeriyya , insanlara vaz ve nasihat vermek istediği zaman etrafına bakar, eğer Yahya varsa, Cennet ve Cehennemden bahsetmezdi. Bir gün her nasılsa vaz ederken Yahyayı görmeyip, Cehennem hallerinden ve korkularından bahsederek buyurdu ki: “Kardeşim Cebrail , Allahtan bana haber verdi ki; Cehhennemde Sekran denilen bir dağ vardır. Bu dağın dibinde Gadban denilen bir vadi vardır. Bu vadi Allahın gadabına uğrayanlar için yaratılmıştır. Bu vadide derinliği yüz yıllık mesafe olan bir kuyu, bu kuyu içerisinde ateşten sandıklar, ateşten elbiseler ve ateşten zincirler vardır.”
Bir köşede bulunan Yahya bu sözleri işitince başını kaldırdı ve; “Sekrandan ve Allahın gadabından nasıl gafil olduk” diye şiddetli ah edip, feryad etti ve ağlayarak mescidden ayrıldı. Sahraya yönelip, bir tepenin dibinde oturup Rabbine ibadet etmeğe başladı. Zekeriyya , vaz ve nasihatte bulunduğu meclisten kalkıp, üzülerek evine geldi ve zevcesine; “Ey Yahyanın annesi! Kalk ve Yahyayı ara. Ben onun ölmüş olacağından korkarım” dedi. Yahya ın annesi onu bulmak için sahraya çıktı. Yolda giderken, iki gençle karşılaştı. Onlar; “Ey Yahyanın annesi nereye gidiyorsun?” diye sordular. Annesi; “Oğlum Yahyayı arıyorum. Onun yanında Cehennem anıldığı için çıktı. Nereye gittiğini bilmiyorum” dedi. Yahyanın annesi, o gençleri geçip, bir çobana rastladı. Çobana; “Ey Çoban! Şöyle şöyle bir genç gördün mü?” diye sordu. Çoban ona dedi ki: “Umulur ki, sen Yahyayı arıyorsun.” Annesi; “Evet o benim oğlumdur. Yanında Cehennem ateşi anıldığı için şehri terk etti” dedi. Çoban dedi ki; “Onu, küçük bir tepenin üzerinde, ayaklarını suyun içine uzatmış, gözlerini, semaya dikmiş halde gördüm. “Ya Rabbi! Senin indindeki derecemi görmeyince soğuk ve serin bir şey içmeyeceğim diyordu.” Yahya ın annesi o tarafa yöneldi. Oğlunun yanına varıp başını şefkatle okşadı. Kendisiyle birlikte eve dönmesini istedi. Yahya , annesiyle eve geldi. Annesi; “Kıldan elbise yerine, yün elbise giymeyi arzu eder misin? Çünkü o, daha yumuşaktır” dedi. Daha sonra oğlu için yiyecek bir şeyler hazırladı. Yahya onu yedi ve istirahat için uykuya vardı. Uykudayken ona denildi ki: “Ey Yahya! Benim evimden daha hayırlı bir ev, benim komşuluğumdan daha hayırlı bir komşuluk mu istersin?” Yahya , uykudan hemen kalkıp cenab-ı Hakka yalvararak; “Ya Rabbi! Beni hatadan muhafaza eyle. İzzetin ve celaline yemin ederim ki; Beyt-i Makdisin gölgesinden başka bir yerde gölgelenmeyeceğim” dedi. Sonra da annesine yönelip; kıldan bir elbise istedi. Annesi ona istediği elbiseyi getirdi. Onu giydi. Bu sırada Zekeriyya , zevcesine; “Ey Yahyanın annesi! Onu bırak. Ondan gaflet perdeleri giderildi. Ona bu dünya hayatı fayda vermez” dedi. Sonra Yahya kalkıp Beyt-ül-Makdise geldi. Oradaki alimlerle ve Allaha ibadet edenlerle ibadete devam etti. Rüşd çağına ulaştığı zaman Allah tarafından peygamberlik emri bildirildi. İlk önce, Musa ın bildirdiği dinin esaslarına uyması ve Tevratın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi. Îsa a İncil nazil olup, Tevratın hükmünü nesh edince, İsrailoğullarını İncilin emir ve yasaklarına uymaya çağırdı. Daha sonra Şama giderek, insanları hak yola davet etti. Yahya ın davetini kabul edenler olduğu gibi, türlü bahanelerle ona karşı çıkanlar da olmuştu.
Peygamberlerin mucizelerini gördükleri halde, onlara inanmayıp, karşı çıkan ve birçok peygamberi şehid eden İsrailoğulları, Îsa a da karşı çıkıp, onu şehid etmek istediler. Allah, Îsa ı göğe kaldırdıktan sonra, Yahya İncilin hükümlerini insanlara anlatmaya devam etti. Zalim yahudi hükümdarı Herodun torunu Birinci Herod, Yahyaya karşı iyi muamelede bulunurdu. Kendi kardeşinin kızı veya hanımının önceki kocasından bir kızı vardı. Musa ın şeriatinde kardeş kızıyla veya zevcenin başka kocasından olan kızıyla evlenmek caiz idi. Îsaya nazil olan İncilde ise, bir kimsenin kardeş kızıyla veya zevcesinin başka kocasından olan kızıyla evlenmesi yasaklanmıştı. Yahudi hükümdarı Birinci Herod bu kızla evlenmeyi ve nikahlarını Yahya ın yapmasını istedi. Yahya , bu evliliğin, Musa ın şeriatinde caiz olmakla birlikte, tebliği ile memur olduğu Îsanın kitabında yasaklandığını ve böyle bir nikahın imkansız olduğunu bildirdi. Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahya ın öldürülmesini istedi. Kızını süsleyip, Herodun ilgisini çekmek için sakilik yapmak üzere onun meclisine gönderdi. Eğlence esnasında fazla içki sebebiyle sarhoş olan Herod, kıza evlenme teklif elti. Zaten yegane maksadı hükümdarla evlenmek olan kız, bu evliliğin gerçekleşebilmesi için Yahya bin Zekeriyyanın öldürülmesini istedi. Yahya a karşı iyi niyet sahibi olan Herod, bir müddet durakladıktan sonra; “Başka bir şey iste” dedi. Kızın ısrarı üzerine, Yahya ın yakalanıp getirilmesini veya öldürülüp başının getirilmesini adamlarına emretti. Herodun adamları, Yahya ı yakalayıp başını kesmek suretiyle şehid ettiler. Başka bir rivayette de yakalayıp getirdiler. Herod kendisi, başını kesmek suretiyle şehid etti. Kesilmiş olmasına rağmen, Yahya ın başı mucize olarak: “Bu kızı almak sana helal değildir” diye defalarca söyledi. Allah, Yahya ın intikamını almak için, onların başına bazı musibetler gönderdi. Bazı rivayetlerde, Herod ve evlenmek istediği kızı, Karun gibi yerin yuttuğu bildirilmektedir.
Yahya , şehid edildiği zaman otuzdört yaşlarında bulunuyordu. Onun; Îsa ın göğe çıkarılmasından ve babası Zekeriyya ın şehid edilmesinden önce şehid edildiğini bildiren kaynaklar da vardır. Yahya ın mübarek bedeninin parçaları başka başka şehirlerdedir. Mübarek başı ise Şamdaki Ümeyye Camiindeki türbe içerisindedir.