İnsanların ve diğer canlıların öldükten sonra tekrar diriltilmesine ve hesap için mahşer yerinde toplanmalarına haşr denir. Haşra yani öldükten sonra yine dirilmeğe inanmak lazım ve farzdır. Nitekim Allah, Hac suresi 7. ayetinde mealen; “Kıyamet gelecektir, bunda şüphe yoktur. Ve elbette Allah kabirdekileri diriltir” ve Taha suresi 55. ayetinde de mealen; “Sizi ondan (topraktan) yarattık, oraya döndürürüz, ikinci defa tekrar çıkarırız” buyurmak suretiyle, her canlının yeniden dirileceğini haber veriyor.
İsrafil ın birinci defa sura üflemesiyle kıyamet kopar, ölümü tatmayan canlı kalmaz ve bütün canlılar ölür. Allahın dilediği kadar bir zaman sessizlik olur. O zaman, Arş-ı aladan makam-ı ehadiyete kadar, düşünen ve görünen hiçbir canlı kalmaz. Zira Allah, huri ve gılmanların ruhlarını da Cennetlerinde kabz buyurmuştur.
Kıyamette herkes öldükten, kemikler ve etler çürüyüp toprak ve gaz olduktan sonra, hepsi yine bir araya gelecek, öldüğü zamanki şekli, boyu ve organları ile mezardan kalkacaktır. Herkesin kuyruk sokumu kemiği değişmeyecek, başka uzuv ve organlar bu kemik üzerine yeniden yaratılacaktır. Nitekim Buhari ve Müslimin bildirdikleri hadiste buyruldu ki: “İnsan kuyruk sokumu kemiğinden yaratılmıştır. Sonra yine ondan iade olunacaktır.” Diğer bir hadiste; “Kişinin her yeri mahv olup çürür. Lakin kuyruk sokumu kemiği çürümez. İnsan ondan çıkmıştır. Yine ondan iade olunur” buyruldu. (Kuyruk sokumu kemiği, omurganın son kemiği olup, içinde iliği bulunmayan nohut büyüklüğünde bir kemiktir.)
Bundan sonra Allah, İsrafil ı diriltir. İsrafil , ikinci defa sura üfler. Surun üflenişiyle birlikte, Allahın yarattığı ruhlar yeni bedenlerini bulup girerler.
Allah, toprak maddelerini, azotlu, fosforlu tuzları, bitki fabrikasında, proteinlere (yumurta akı maddelerine) döndürmekte, bu nebati proteinleri de, hayvan vücudunda, ete ve kemiğe ve aza şekline çevirmektedir. Bu gün katalizör ismi verilen maddeler yardımı ile, binlerce sene sürecek olan kimya reaksiyonları, bir saniyede, pek çabuk yapılabilmektedir. Allahın, toprak maddelerini, birkaç senede, et, kemik maddelerine çevirdiği ve bir anda da çevirebileceği bu günkü fen yolu ile kolayca anlaşılmaktadır. Allah, toprak maddelerini bir anda organik hale çevirip, ruhu bir bedene bağlayarak adem ı yarattığı gibi, kıyamette de, elemanları, bir anda bir araya toplayıp, insan vücudunu yapacak ve zaten mevcut olan önceki ruhları, bu vücutlara verecektir. İnsanın ölmesi, ruhun bedenden ayrılması demektir. Kıyamette, her şeyle beraber, ruhlar da yok edilip tekrar yaratılacaktır. Bugün, fizik, kimya, fizyoloji ve astronomi gibi ilimlerde, Allahın kudretini iyi anlayan zeki kimseler, adem ın ve kıyamette bütün insan ve hayvanların topraktan çıkarılacaklarını, bir fen olayı olarak kolayca anlayabilir. Böyle dirileceğimizi yüce kitabımız Kuran-ı kerim ve sevgili Peygamberimiz haber vermiştir.
Büyük İslam alimi, İmam-ı Muhammed Gazali, Kimya-i Seadet kitabında diyor ki: “Bir insanın çeşitli yaşlarındaki bedenleri başka başka oldukları gibi, aynı boy ve şekilde, fakat başka zerrelerden yapılmış bir bedenle kabirden kalkacaktır. Uzuvların, kendileri değil, benzerleri yaratılacaktır.” İnsanlar, kabirlerinden ve çürüyüp toprak oldukları yerlerden kalktıkları zaman; dağların pamuk gibi atıldığını, denizlerin susuz kalıp, yeryüzünün dümdüz olduğunu görürler. Oturdukları yerden etrafa hayret ve şaşkınlık içinde bakarlar.
Peygamber efendimiz hadiste; “İnsanlar kıyamet günü çıplak haşr olunurlar” buyurarak, insanların dirildikleri anda çıplak olacaklarını bildirdi.
Hazret-i Ayşe bunu işitince; “Bazısı, bazısına bakmazlar mı?” diye sordu. Peygamber efendimiz Abese suresinin; “Kıyamet gününde herkesin hali, kendisini diğerinin halinden ve durumundan uzaklaştırır” mealindeki 37. ayet-i kerimesini okudular. Peygamberimiz bu şekilde buyurmakla, kıyamet gününün şiddet ve meşakkatinden, insanların, kendi derdlerine düşerek birbirlerine bakamayacağını anlatmayı murad buyurdular.
Herkes kabri üzerine çıkıp oturur. Her biri, şaşkın bir şekilde bin sene kadar dururlar. Sonra, batıdan zuhur eden bir ateşin gürültüsüyle, mahşer yerine yürürler. Bu zamanda her mahluk dehşete düşer, insanların, cinlerin, her birini kendi ameli alıp; “Kalk mahşere git” der.
Ameli güzel olan kimsenin ameli, bazısına merkep, bazısına katır suretinde görünür. Amel, sahibini üzerine alıp mahşere getirir. Bazı kere amel sahibini üzerine alır götürür, bazan da bırakır. Her müminin önünde ve sağ yanında, o zamanki karanlık içerisinde her tarafı aydınlatan bir nuru olur. Sol taraflarında bu nur yoktur. Bazısının nuru iki ayağı üzerinde ve parmakları ucunda görünür. Bazısınınki parlak, bazısınınki sönüktür. Bunların nuru, imanları kadardır. Etrafı karanlık ve zulmet bastırmış olup, kafirler bu karanlık içinde şaşkın ve hayrette kalırlar. Îmanlarında şüphe ve bidat sahibi olan kimseler de şaşırırlar. Doğru itikad sahibi olan Ehl-i sünnet müminler ise, onların zulmet ve şaşkınlıklarına bakıp, hidayet nurunu ihsan ettiği için Allaha hamd ederler. Zira Allah, müminler için, azab gören şakilerin hallerini ortaya koyar. Cennet ve Cehennem ehlinin yaptıkları her şey belli olur. Müminler bu durumu görünce, Araf suresi 47. ayetinde buyrulduğu gibi mealen; “Cehennem ehline baktıkları zaman, Cennet ehli; Ey Rabbimiz! Bizi zalim kavimlerle beraber kılma” derler.
İnsanlar kabirlerinden kalktıktan sonra, dünyada iken yaptıkları iyi ve kötü işlere göre bölük bölük mahşer yerine getirilirler. Resulallah efendimiz “Sura üfürüleceği o gün, (mezarlarınızdan kalkıp mahşere) bölük bölük gelirsiniz” mealindeki Nebe suresi 18. ayet-i kerimesi hakkında kendisine sual edildiğinde ağladılar. Hatta mübarek gözlerinden akan göz yaşları toprağa damladı ve buyurdular ki: “Ey bu suali soran kişi! Çok büyük bir işten sordun. Kıyamet günü ümmetim oniki sınıf olarak haşrolunur (kabirden kalkar) ve mahşer yerine gelirler.
Birinci sınıf insanlar; maymun suretindedir. Bunlar, insanlar arasında çok fitne çıkarırlar, karışıklık ve huzursuzluğa sebep olurlar. Allahın, (Kuran-ı kerimde mealen); Onların şirk (Allaha ortak koşma) fitneleri, katlden (adam öldürmekten) daha kötüdür (Bakara suresi: 191) buyurduğu kimselerdirler.
İkinci sınıf insanlar; hınzır suretinde haşrolunurlar. Onlar haram yiyenlerdir. Allahın (mealen); Onlar, hep yalancılık için dinlerler ve hep haram yerler (Maide suresi: 42) buyurduğu bunlardır.
Üçüncü sınıf insanlar; kör olarak haşrolunurlar. Onlar, hüküm vermekte haddi aşan, doğru hüküm vermeyenlerdir. Allahın (mealen); insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hüküm vermenizi emreder. Hakikaten Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphe yok ki, Allah hükümlerinizi hakkıyla işitici, emanete ait işlerinizi hakkıyla görücüdür (Nisa suresi: 58) ayet-i kerimesi bu kimseleri bildirmektedir.
Dördüncü sınıf insanlar; sağır ve dilsiz olarak haşrolunurlar. Onlar, dünyada iken, kendi amellerini (yaptığı işleri) beğenen kimselerdir. Allahın (mealen); Allah, gururlu ve böbürlenen kimseleri sevmez (Nisa suresi: 36) buyurduğu kimselerdir.
Beşinci sınıf insanlar; ağızlarında irin olarak haşrolunurlar. Dillerini çiğnerler. Onlar, sözleri, işlerine ve hareketlerine uymayan alimlerdir. Allah (mealen); insanlara iyilik emreder de, kendinizi unutur musunuz? (Bakara suresi: 44) buyurduğu kimseler gibi olanlardır.
Altıncı sınıf insanlar; vücutları ateşten yanmış yara içinde haşrolunurlar. Onlar yalan yere şahidlik yapanlardır.
Yedinci sınıf insanlar; ayakları üzerine bağlanmış olarak haşrolunurlar. Onların son derece pis bir kokusu olur. Onlar, şehvetlerine tabi olanlar ve haramlar peşinde koşanlardır. Allahın (mealen), Bunlar ahireti dünya hayatına satmış kimselerdir (Bakara suresi: 86) buyurduklarıdır.
Sekizinci sınıf insanlar; sarhoş gibi hoşrolunup, sağa sola düşerler. Onlar, dünyada iken, Allahın hakkına mani olan kimselerdir. Allahın hakkını yerine getirmeyenler olup, bunlar hakkında Allah (mealen); Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin (mahsullerin) en helal ve iyisinden Allah yolunda harcayın (zekat, uşr ve sadaka verin) (Bakara suresi: 267) buyuruyor.
Dokuzuncu sınıf insanlar; katrandan elbiseler içinde hoşrolunurlar. Onlar gıybetten sakınmayanlardır. Müminlerin arkalarından hoşlanmayacakları şekilde konuşmuşlardır. Allah bunlar hakkında (mealen); Müslümanların ayıp ve kusurlarını araştırmayın. Bir kısmınız bir kısmınızı, arkasından, hoşlanmayacağı sözle çekiştirmesin (Hucurat suresi; 12) buyurdu.
Onuncu sınıf olarak haşrolunacaklar ise; dilleri kafasından sarkmış olanlardır. Bunlar, dünyada iken söz taşıyıp ara bozanlardır.
Onbirinci sınıf insanlar ise; sarhoş olarak haşrolunurlar. Onlar, dünyada iken mescidlerde fuhuş ve kötü söz konuşanlardır.
Onikinci sınıf insanlar ise; hınzır suretinde haşrolunurlar. Onlar, dünyada iken faiz yiyenlerdir.”
Muaz bin Cebelin rivayet ettiği hadiste, Resulallah efendimiz buyurdu ki: “İnsanlar kabirlerinden kalktıklarında, yerlerinde kırk yıl bir şey yemeden, içmeden, oturmadan ve konuşmadan dururlar.” Eshab-ı kiram üm; “Ya Resulallah! Din ehli, iman sahipleri kıyamet günü nasıl bilinirler?” diye sordular. Resulallah efendimiz buyurdu ki; “Benim, ümmetim, abdest uzuvlarının parıl parıl parlaması nişanıyla bilinirler. Kıyamet günü, Allah bütün mahlukatı kabirlerinden dirilttiğinde, melekler, müminlerin başucuna gelirler ve başlarını mesh ederler. Biraz toprak serperler. Bu toprak onların secde yerlerine gelir. Melekler bu yerleri mesh ederler. Oradan mesh izleri hiç gitmez. Bir ses gelir ki: “Bu toprak, kabirlerinin toprağı değildir. Onların köşk ve saraylarından getirilmiş topraktır. Oraya çağırılırlar. Sıratı geçip, Cennete girerler. Kendi yerlerini bilirler.”
Yeniden dirilen insanlar, cin ve şeytan, yırtıcı hayvanlar ve kuşlar bir yerde toplanırlar. Dünyada iken yaptıklarının hesabını verecekleri vakti beklerler. O zaman yeryüzü, beyaz tepsi gibi düz olur.
Üzeyr , daha sonra yeniden dirilen eşeğine binip, Kudüs şehrine girdi. Bulduğu insanları, gördüğü ev ve mahalleleri tanıyamadı. Lisan-ı haliyle; “İnsanlar, tanıdığım insanlar, binalar da bildiğim binalar değil” diyerek, şehri hayret içinde dolaştı. Şehrin, çok değişik bir şekilde yeniden imar edildiğini gördü. Kendi mahallesi olarak tahmin ettiği yerde bir evin önünde durdu. Kapıda, gözleri görmeyen, elleri ayakları tutmayan kötürüm bir kadına rastladı. Kadına; “Üzeyrin evi neresidir?” diye sordu. Ama ve kötürüm olan kadın da; “Üzeyrin evi burasıdır. Ben onun cariyesiyim. Fakat, Üzeyr kaybolalı yüz yıldan fazla oldu. Ondan ümidsiziz” deyip, yanık yanık ağlamaya başladı. Bunun üzerine kadına; “Ben Üzeyrim” deyip, başından geçen hadiseleri anlattı. Kadın, Üzeyr ın duasının kabul olunduğunu bilirdi. Üzeyr a; “Benim bildiğim Üzeyrin duası kabul olunurdu. Eğer sen Üzeyr isen, dua et de gözüm açılsın ve hastalığımdan şifa bulayım” dedi. Bunun üzerine Üzeyr ; vatanına kavuştuğu için Allaha şükr edip, ellerini kaldırarak dua ve niyazda bulundu. Duası bereketiyle ama ve kötürüm olan kadın, sıhhatine kavuşup, sevinerek ailenin diğer fertlerine Üzeyr ın geldiğini haber verdi.
Rivayete göre, Üzeyr ın vefat ettiği sırada, 18 yaşında bir oğlu vardı. Bu sırada 118 yaşında ak saçlı bir ihtiyar haline gelen oğlu, babasını tanıyamadı. En sonunda; “Benim babamın sırtında hilal şeklinde siyah bir ben vardı” dedi. Açıp belirtildiği şekilde bir benin mevcut olduğunu gördüler. ailedeki diğer fertler de gözleriyle görüp inandılar ve şüpheleri kalmadı. Üzeyr ın geldiği haberi, kısa zamanda şehir ahalisi tarafından duyuldu. Şehir halkı sevinç ve heyecanla koşarak geldiler. Üzeyr ı, aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen değişmemiş olarak gördüler. Yaşlılar, ona çeşitli sualler sorarak imtihan etmeye başladılar.Bu sırada, Üzeyr a peygamberlik emri bildirilmişti. Üzeyr , İsrailoğullarına Tevratın hükümlerini tebliğ etmeğe, onları azgınlık ve sapıklıklardan sakındırmaya çalıştı. Ancak, İsrailoğulları Tevratı unutmuşlar, hükümlerini tatbik etmekten uzaklaşmışlardı. Zaten, Babil hükümdarı Buhtunnasar, Kudüsü işgal ettiği zaman, Tevrat-ı şerifi okuyan ve bilen alimleri öldürmüş, mevcut bütün Tevrat nüshalarını da yaktırmıştı. Bu sırada İsrailoğullarından birisi, Tevratın bir nüshasını, bir dağın başında gözden uzak kimsenin bilmediği bir yerde toprağa gömmüştü. Daha önce, kendilerini dünya ve ahiret saadetine davet eden peygamberlerin apaçık mucizelerini gördükleri halde, onları yalanlayan, bir çok peygamberi de şehid eden İsrailoğulları, Üzeyr ın davetini de kabul etmediler. Onu yalanlamaya başladılar. Okuduğu Tevratın uydurma olduğunu iddia edenler çıktı.
Bazıları, onun okuduklarının Tevrat olup olmadığını kontrol edelim dediler. İçlerinden biri; “Benim dedem, Buhtunnasarın zulmü zamanında bütün Tevrat nüshalarının yakılmak suretiyle yok edildiğini bildirdi. Yalnız bir nüsha Tevratı filan dağın tepesine gömdüğünü söyledi. O nüshayı getirip, Üzeyrin okuduklarıyla karşılaştıralım” dedi. Orada bulunanlar tarafından kabul edilen bu fikir üzerine, gömülü olan yerden Tevrat nüshasını getirdiler. Üzeyr ın okuduklarıyla karşılaştırdılar. Yazılı nüshada olanlarla Üzeyr ın okuduklarının aynı olduğunu görünce; “Bu kadar uzun zamandan sonra Üzeyrin Tevratı ezbere okuması mümkün değildir” düşüncesiyle Tevbe suresi 30. ayetinde bildirildiği gibi mealen; “Üzeyr Allahın oğludur. “Eğer öyle olmasaydı, aradan yüz seneden fazla zaman geçtiği halde Tevratı okuması mümkün olmazdı” demek suretiyle iftirada bulundular. Kendilerini kurtuluş yoluna davet eden peygamberi, yalanlamaya devam ettiler. Böylece küfür ve sapıklıklarına bir yenisini daha eklediler. Üzeyr ise, onların bu inanışlarının küfür ve sapıklık; kendi vazifesinin ise Tevratı okumak, insanlara öğretmek ve hükümlerini yerine getirmek olduğunu bildirdi. Onlara isyan ve günahlarından dolayı tevbe etmelerini istedi. Allahın şiddetli azabıyla korkuttu. Üzeyr , vefat edinceye kadar İsrailoğullarının arasında bulundu. Onların işlerini yürüttü ve hak yola davet etmeğe devam etti. Üzeyr ın vefatından sonra İsrailoğullarının isyanları ve sapıklıkları iyice arttı.