Allah, Musa dan sonra İsrailoğullarına bir çok nebiler gönderdi. Onların vazifeleri; insanları Tevratın hükümleriyle amel etmeye davet etti. Zaman uzadıkça, İsrailoğulları,Tevratın hükümlerini değiştirmeye, kendi heva ve heveslerine uymaya başladılar. Aralarında isyan ve fısk-u fücur çoğaldı. Azgın kimseler, nebilerin sözlerini dinlemez oldular. Ahlakları tamamen bozuldu. O zaman, Mısırla Şam arasındaki Amalika kavminin hükümdarı Calutu, Allah, İsrailoğulları üzerine musallat kıldı. Calut, İsrailoğullarına hücum edip, bozguna uğrattı ve vatanlarından sürüp, çocuklarını esir aldı. Cemaatlerini dağıttı, İsrailoğulları perişan oldular. Musa zamanından beri, İsrailoğullarında, elden ele geçen ve içinde mukaddes emanetlerin bulunduğu sandık da Calutun eline geçti. Calut, bu sandığı alarak, hakaret olsun diye pis bir yere bıraktı. Kuran-ı kerimde, bu sandığa Tabut ismi verilmektedir. Beydavinin bildirdiğine göre; Tabut, servi ağacından yapılmış bir sandık olup, üç arşın boyunda, iki arşın eninde ve altınla kaplı idi. İçine, Tevrat ve mukaddes emanetler konur; hükümdarın muhafazası altında bulunurdu.
Ev, mal ve yurtlarından ayrı düşen İsrailoğulları, bütün rahatlarının kaçmasını ve huzursuzluklarını, Tabutun ellerinden çıkmasında bildiler. Başlıca emelleri, Tabutu ele geçirmek oldu. Böylece çare aramaya başladılar. Kavmin eşrafı (önde gelenleri) kendilerine; kuvvetli, kudretli ve dirayetli bir kumandan bulmak için, nebilerinden İşmoil a giderek, İsrailoğullarını düşmandan kurtaracak bir melik (hükümdar) tayinini istediler. İşmoil da, Allaha dua ve niyazda bulundu. Cenab-ı Hakkın vahyiyle, onlara, Talut ismindeki şahsı melik tayin ettiğini haber verdi. Bu husus Kuran-ı kerimde şöyle bildirilmektedir: “(Ya Muhammed !) Musadan sonra (istişare için bir araya gelen) İsrailoğullarının ileri gelenlerine (kıssasına, haberine) vakıf olmadın mı? Hani onlar peygamberlerine (İşmoil a); Bizim için bir hükümdar gönder (tayin et) de (onun emriyle Calut ve ad kavminin soyundan Amalika kavmiyle) Allah yolunda savaşalım dediler. O (peygamber de); Korkarım ki, üzerinize kıtal (muharebe) farz kılınırsa, muharebe etmezsiniz dedi. Onlar (İsrailoğulları); Niçin Allah yolunda savaşmayalım ki, biz yurtlarımızdan çıkarıldık, hem evlatlarımızdan mahrum edildik dediler. Ne zaman ki onlara cihad farz kılındı, içlerinden çok azı (üçyüz onüç kişi) müstesna, cihaddan (muharebeden) yüz çevirdiler. Allah cihaddan yüz çeviren zalimleri bilicidir.
Nebileri olan (İşmoil ) onlara; Allah sizin için Talutu hükümdar olarak gönderdi dedi. (İsrailoğulları Talutu hükümdarlığa münasip görmeyip, kendilerinin daha ehil olduklarını iddia ederek) dediler ki: Biz hükümdarlığa ondan daha layık iken ve ona maldan da bir bolluk verilmemişken, nasıl olur da bizim başımızda hükümdarlık onun olabilir? (Fahreddin-i Razi buyurdu ki: Tefsir alimleri bildirdiler ki: İsrailoğullarının, Talutu hükümdarlığa münasip görmemelerinin sebebi, onun, hükümdarlar soyundan olmaması idi. Zira İsrailoğullarına gönderilen peygamberler Lavi bin Yakup neslinden, hükümdarları da Yehuda bin Yakup evladından idi. Talut bu iki soydan olmadığı için, hükümdar olmasını istemediler ve ona hakaret gözüyle bakmaya başladılar. “(İşmoil ) dedi ki: Şüphesiz Allah sizin üzerinize onu beğenip seçmiştir. Ona ilimce, vücudca (kuvvetçe) de sizden ziyade bir üstünlük vermiştir. Allah mülkünü dilediği kimseye verir. Allah ihsan sahibidir (fakire mülk ve zenginlik verir) ve alimdir (mülke layık olan bilir.) (Bakara suresi: 246, 247)
Fahreddin-i Razinin bildirdiğine göre; Nebileri (İşmoil ) İsrailoğullarının iddialarını dört şekilde reddetti:
1- Allah hükümdarlık makamına Talutu münasip gördü. Seçmek, Allahtan olup, kulların münasip görmesine bağlı değildir.
2- Hükümdarlık makamında iki şey lazımdır: Birincisi; milletin işlerinin idaresi ve memleketin siyaseti için gerekli ilim. İkincisi; bedeni ve ruhi kuvvet olup, bu hususlar Talutda vardır.
3- Mülk, Allahındır. Dilediğine verir. Kimsenin itiraza selahiyeti yoktur.
4- Allah, ihsanıyla fakiri zengin eder. Saltanata layık olan hakkıyla bilir.
Nebileri İşmoil , İsrailoğullarının Talutun hükümdar olmasına alamet istemeleri üzerine; “Talutun hükümdar olmasına alamet, size, kaybetmiş olduğunuz Tabutun getirilmiş olmasıdır” buyurarak, onunla kalplerinin huzura kavuşacağını bildirdi. Bu husus Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “Nebileri (İşmoil ) onlara; Hükümdarlığının açık alameti, size o Tabutu getirmesidir ki, içinde Rabbiniz tarafından size sekinet (gönül rahatlığı, teskin-i hatır) ve al-i Musa ve Harunun (aleyhimesselam) metrukatından bir bakıyye (Tevrat levhaları ve kıymetli eşyalar) vardır. Melekler onu yüklen(ip getir)ecektir. Elbette bunda (Tabutun size getirilmesinde) size kati bir alamet (ve ibret, size söylediğimin doğruluğuna kati bir delil) vardır, eğer iman etmiş kimselerseniz dedi.” (Bakara suresi: 248)
Tabut hakkında çeşitli rivayetler vardır. Allah, önce onu adem a indirdi. Ondan Şit a, sonra adem oğullarından birbirlerine intikal ederek; İbrahim, İsmail, Yakuba aleyhimüsselam, ondan İsrailoğulları arasında el değiştirerek, Musa a intikal etti. Musa , onun içine Tevrat-ı şerifi ve bazı mühim şeylerini koydu. Seferde, onu askerin önünde yürütünce, halkın kalbine kuvvet gelirdi. Vefatlarından sonra, İsrailoğulları, onun içine Tevrat levhalarını, Musa ın ve Harun ın eşyalarını v.b. koydular. Amalika kabilesi, bu Tabutu aldıklarında hor ve hakir tuttular.
Cenab-ı Hak; Talutun mülkünü takviye ve İsrailoğullarının, onun hükümdarlığına kanaatleri olsun diye, mucize olarak, Tabutu melekler vasıtasıyla Talutun hanesine (evine) koydurdu. (Bu hususta başka rivayetler de vardır.) İsrailoğulları onu Talutun evinde bulunca, onun kendilerine Allah tarafından hükümdar yapıldığına inandılar. Tabutun gelmesinden, gönüllerine sükunet ve rahatlık geldi. Böylece Talut, İsrailoğullarının başına geçip hükümdar oldu.
Talut hükümdar olunca, memleket işlerini ve orduyu düzene koydu. Allah yolunda cihad için, Kudüsten hareket ederek, askeriyle kral Calutun üzerine yürüdü. Mevsimin çok sıcak olması yüzünden, askerin suya ihtiyacı pek fazla idi. Böyle olmasına rağmen, bir talimat verdi. Bu, itaat eden asker ile etmeyenleri ayırmak için bir imtihan idi. Talut; “Allah, sizi, bir nehirle imtihan edecektir. Kim o nehirden doyuncaya kadar su içerse, askerimden değildir ve eğer bir kimse o nehirden içmez yahut bir avuç su içerse, zararı yoktur ve askerimdendir” buyurdu. Talut bu talimatı, kendisinin hükümdar olacağını haber veren nebiye (İşmoil a) gelen vahy-i ilahiden almıştı.
Bu husus Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “Vakta ki, Talut, askeriyle (Kudüs-i şeriften cihad için) ayrıldı. (Nebinin haber vermesiyle yahut ilhamla askerine) dedi ki: Şüphesiz, Allah sizi bir ırmakla imtihan edicidir. Kim ki ondan (kana kana) içerse, benden (tebamdan) değildir. Kim ki, ondan içmezse, o bendendir. Eliyle bir avuç içenler müstesna” (onlara müsade var). (Bakara suresi: 249) Talut ve askeri nehre geldiler. (Bu nehrin, Ürdün ile Filistin arasında olduğu rivayet edilmektedir.) Ordu, seksenbin kişi idi. Askerin çoğu, (yetmişaltıbin kişi) Talutun talimatı haricine çıkarak, istedikleri kadar içtiler. Az bir kısmı (dörtbin kadarı) söz dinledi. Bunların da çoğu firar edince, geride çok az asker kaldı. Bunların sayısının, Eshab-ı Bedir adedince yani üçyüzonüç kişi olduğu rivayet edilmektedir. Buharinin, Bera bin azibden bildirdiğine göre, Talutun ordusunda su içmekte veya ancak bir avuç içmekte itaat edenlerin sayısı, Eshab-ı Bedir sayısına denk idi. Resulallah efendimiz Bedir günü Eshab-ı kiramına; “Bu gün siz, Talutun (söz dinleyen) eshabı adedincesiniz. Onlar mümin idiler” buyurdu. Emri dinlemeyip nehirden içenlerin; içtikçe dudakları karardı, susuzlukları arttı, kendilerini korku kapladı, hareket etmeye kuvvetleri kalmayıp, nehir kenarında halsiz kaldılar. Bir kısmı geri döndü. Emri dinleyenlerin aldıkları su, ihtiyaçlarını gördü, imanları kuvvetlendi. Bu halden dolayı Allah onlara güç verdi. Kuran-ı kerimde, bu husus mealen şöyle bildirilmektedir: “Derken (ırmağa varır varmaz) içlerinden çok azı müstesna, ondan (nehirden) bol bol içtiler. Nihayet o (Talut) ve maiyetindeki, inanan az sayıdaki kimseler, onu (ırmağı) geçtiler. (Beri yanda kalanlar) dediler ki: Bu gün bizim Caluta ve ordusuna karşı (duracak) takatimiz yoktur. (ahirette) muhakkak Allaha kavuşacaklarını bilenler (ve itaatle ırmağı geçenler) ise dediler ki: Nice az bir topluluk, daha çok bir topluluğa, Allahın izniyle (kaza ve iradesiyle) galebe etmiştir. Allah sabır (ve sebat) edenlerle beraberdir.” (Bakara suresi: 249)
Nihayet iki ordu karşı karşıya geldi. Talutun ordusunda, er olarak savaşa katılan onsekiz yaşında genç bir yiğit vardı. İsmi Davud idi. Beydavinin bildirdiğine göre, Davud , pederi Eyşa ve onüç biraderi ile Talutun askeri arasında bulunuyordu. Rivayete göre; bunların en küçüğü Davud olup, önceleri koyun güderdi. Mesleği gereği, sapan taşı atmada pek hünerli ve çok cesur bir yiğitti. Yaşından umulmayan bir cesaret ve çevikliğe sahipti. Günün birinde babasına; “Sapanımla, tam bir isabet üzere attığım her taş ile hedefi vurup yere düşürüyorum”, başka bir gün; “Bir arslan yakalayıp üstüne bindim korkmadım”, başka bir gün de; “Ben dağlar arasında yol alırken tesbih okuyorum, istisnasız bütün dağlar, taşlar da benimle birlikte tesbih ediyor” dedi. Bunun üzerine babası; “Sana müjdeler olsun. Bu, Allahın sana verdiği bir hayır işaretidir” buyurdu.
Bir gün, Davud yolda giderken, üç taşa rast geldi. Taşlar dile gelip; “Ey Davud! Bizleri yanına al, sen bizimle Calutu öldüreceksin” dediler. Davud , onları torbasına koydu. Sonra bunların hepsi tek bir taş oldu. Davudun sesi çok güzeldi. “Bu gün dahi, Davudi ses tabiri kullanılmaktadır.” Sesi çok güzel olduğu için, devlet reisi Talutun huzuruna çıkarıldı. Talut onu, kendisine nedim yaptı. Davud , gün geçtikçe şöhret kazandı. Sonra da, Talutun Amalika kavmine karşı hazırladığı orduya katıldı. Harp başlamadan önce, Talut ferman edip; Calutu öldürene kızını vereceğini ve memleketin her tarafında onun mührünü geçerli kılacağını ilan etti. Sonra yardım için Allaha dua ve niyazda bulundular. Bu husus, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “Onlar (Taluta itaat eden müminler), Calut ile askerlerine karşı (savaş) için) çıktıkları zaman, (niyaz edip) dediler ki: Ey Rabbimiz! üzerimize (yağmur gibi) sabır yağdır. (Düşmanlarımızın kalblerine korku vererek ve kalplerimizi kuvvetlendirerek) ayaklarımıza sebat ver. (Er meydanında kaydırma. Puta tapan) bu kafirler güruhuna karşı bize yardım et.” (Bakara suresi: 250) Bu ayet-i kerimede; düşman üstüne giden askerin, Allaha yalvarıp, kalpten yardım istemesinin lazım olduğuna işaret edilmektedir. Harpte üç şey lazımdır. Bunlar; görülecek zorluklara sabretmek, harp aletleriyle müdafaa ve sebat, bir de Allahın yardımının geleceğine inanmaktır.
Calut, zamanın harp usulüne göre, karşısında savaşacak bir er diledi. Herkes Calutun heybetinden korkuyordu. Zira o, iri vücutlu, harp sanatını bilen biri idi. Bu sırada, Davud belinde sapanı, sırtında torbası ve elinde asası ile ortaya çıktı. Onunla dövüşmek istediğini söyledi. Herkes bu hale şaştı. Calut, Davut ı görünce; “Ey Hakir! Niçin geldin?” diye sordu. Davud ; “Seninle cenk etmek için” dedi. Calut, alay edip; “Benimle nasıl cenk edersin? Savaşmaya bir kılıcın bile yok” dedi ve güldü. Davud , sapanı belinden çıkardı, elini torbaya sokup, daha önceden hazırladığı bir taşı çıkardı ve sapana koydu. Calut gülerek; “Senin taşına karşı kalkana ne lüzum var” dedi. Davud tekbir getirip, Allahın ismiyle taşı Caluta attı. O esnada, yerde ve gökte olan melekler, ağaçlar, taşlar, hayvanlar, kuşlar da tekbir getirdiler. O sadanın heybeti düşmana ulaştı. Kuvvetli bir rüzgar esip, Calutun başındaki tolgasını düşürdü. Taş Calutun alnına isabet edince, atından düştü ve öldü. Talutun ordusu, bu hali görünce coşarak, düşmana hücumla onları bozup, mağlub ettiler. Calutun askeri dağıldı. Böylece Allah, Talut ve ordusunun duasını kabul etti. Onlara sabır ve tahammül verdi. Harpte ayaklarını sabit kıldı. Kafirlere karşı onlara yardım etti. Tevhid ehli memnun, mesrur ve muzaffer oldu.
Bu husus, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “Derken (düşmanla karşılaşır karşılaşmaz, Allahın izniyle) onları (düşmanlarını) bozguna uğrattılar. (Müminlerin arasında bulunan) Davud da, Calutu öldürdü. Allah da ona (İşmoilin ve Talutun vefatından sonra) saltanat ve hikmeti (peygamberliği) verdi. Ve daha (kuşların dilini anlamak, zırh yapıp satmak, Zeburu vermek gibi) dilediği bazı şeylerden öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmını, diğer bir kısım ile önleyip defetmeseydi, yer (yüzü) muhakkak fesada uğrardı. Fakat Allah, alemler üzerine ihsan ve rahmet sahibidir.” (Bakara suresi: 251)
Yani, eğer Allah insanların bazısı ile, mümin ve itaatkar kulları ile, insanların bazısını, kafirleri ve asileri defetmeseydi; zararlarını ve kötülüklerini gidermeseydi, yeryüzü ve üzerindeki ekinler, nesiller ve yeryüzünü mamur eden şeyler heba ve zayi (yok) olurdu. Fakat Allah, mümin kulu ile kafirin, salih kulu ile de facir ve fasıkın zararını defetmektedir. Bunun için Resulallah efendimiz “Elbette Allah salih müslüman ile, komşusu olan yüz evden belayı def eyler” buyurup, bu ayet-i kerimeyi okudular. Bu ayet-i kerime, insanları idare eden salih kimselerin faziletine, onlarsız alemin nizam ve intizama kavuşamayacağına işaret etmektedir.
Talut zafere kavuşunca, ganimet olarak ele geçen şeylerin hepsini yaktırdı. (Çünkü Musa ın dininde, ganimetler yakılırdı.) Sonra ordusu ile Kudüse döndü. İşmoil a varıp, durumu olduğu gibi anlattı. (İşmoil ın, ordusu içinde olduğuna dair rivayetler de vardır.) İşmoil , Taluta; “Sen de verdiğin sözü yerine getir” buyurdu. Talut da kızını Davud a verdi. Hakimiyeti altındaki topraklarda Davud ın mührünü de geçerli kıldı. İnsanlar, Davud ın güzel ahlak ve adaletine yönelip onu sevdiler. Talutun hükümdarlık müddeti, vefatına kadar kırk yıl sürdü.