Allahı müminler Cennette nasıl olduğu bilinmeyen bir görme ile göreceklerdir. Nasıl olduğu bilinmeyeni, anlaşılmayanı görmek de, nasıl olduğu anlaşılmayan bir görmek olur. Belki gören de, nasıl olduğu bilinmeyen bir hal alır ve öyle görür. Bu bir muamma, bir bilmecedir ki bu dünyada, evliyanın büyüklerinden seçilmişlere bildirilmiştir. Bu derin güç mesele, herkese gizli iken bunlara hakikat olmuştur. Bunu Ehl-i sünnetten başka, ne müminlerin fırkaları, ne de inanmayanların bir ferdi anlıyamamışdır. Bu büyüklerden başkası, Allah görülemez demiştir. Bunlar bilmedikleri şeyleri, gördükleri şeylere benzeterek düşündükleri için yanılmıştır. Böyle benzemelerin, ölçmelerin bozuk netice vereceği meydandadır. Bugün birçok kimse de bu yanlış ölçü ve benzetmekten dolayı imanlarını gayb edip ebedi felakete sürükleniyor. Bu gibi derin meselelerde iman şerefine kavuşmak, ancak Muhammed ın sünnetine (yani getirdiği dine, İslamiyete) uymak ile nasib olur. Allahı Cennette görmeğe inanmak şerefinden mahrum olanlar, bu saadete kavuşmakla nasıl şereflenebilir? “İnkar eden, mahrum kalır” sözü meşhurdur. Cennette olup da görmemek uygun değildir. Çünkü İslamiyet, Cennette olanların hepsi görecektir diyor. Bir kısmı görecek, bir kısmı görmeyecek demiyor.
Allahı müminler Cennette, cihetsiz olarak, karşısında bulunmayarak ve nasıl olduğu anlaşılmayarak ve ihatasız, yani bir şekilde olmayarak göreceklerdir. Allahı ahirette görmeğe inanırız. Nasıl görüleceğini düşünmeyiz. Çünkü Onu görmeği akıl anlıyamaz. Buna inanmaktan başka çare yoktur.
Cennet de, her şey gibi, Allahın mahlukudur. Allah mahluklarının hiç birisine girmez, birinde bulunmaz. Fakat mahluklarının bazısında Onun nurları zuhur eder. Bazısında ise o kabiliyet yoktur. Ayna karşısındaki cisimlerin görünüşleri zuhur ediyor. Taşta toprakta ise etmiyor. Allah her mahlukuna aynı nisbette ise de mahluklar birbirlerinin aynı değildir. Allah, dünyada görülemez. Bu alem, onu görmek nimetine kavuşmağa elverişli değildir. Dünyada görülür diyen yalancıdır, iftiracıdır. Doğruyu anlıyamamıştır. Bu dünyada bu nimet nasib olsaydı herkesten önce Musa görürdü. Peygamberimiz miracda bu devletle şereflendi ise de, bu; dünyada değildi. Cennete girdi ve orada gördü. Yani ahirette görmüş oldu. Dünyada görmedi. Dünyada iken, dünyadan çıkıp ahirete karıştı ve gördü.
Cennetteki bu görmeği anlatmak mümkün değildir. Allah, Kuran-ı kerimde Kıyame suresinin 22 ve 23. ayetlerinde mealen; “Yüzler o gün ter-ü tazedir. Rablerine bakacaklardır”, Mutaffifin suresinin 15. ayet-i kerimesinde; “Hayır, onlar iman etmezler. Şüphesiz ki onlar o gün Rablerini görmekten katiyyen mahrumdurlar.” buyuruldu. Bu ayet-i kerime hakkında, İmam-ı Şafii ve Malik hazretleri buyurdular ki: “Bu ayet-i kerime, müminlerin Cemal-i ilahiyi göreceklerine bir delildir.”
Cerir bin Abdullah el-Beceli diyor ki: “Resulallahın huzurunda bulunmakla şereflenmiştik. Ay, tam ondördünde idi. Resulallah aya bakarak; “Siz Rabbinizi şu ayı görür gibi, görünüşünde bir leke olmadığı gibi görürsünüz. Gücünüz yetiyorsa sabah ve ikindi namazlarına devam edin” buyurdu ve mealen; “Güneş doğmadan evvel ve batmadan evvel Rabbini hamd ile tesbih et.” ayetini okudular.”
Cennet ehli, nimetler içinde iken bir ses duyulur. Bu sesi Cennetin yüksek ve alçak, yakın ve uzağında olanların hepsi işitir. Derki: “Ey Cennet ehli! Hepiniz makam ve yerlerinizden memnun musunuz?” Hepsi birden, evet diyerek razı ve memnun olduklarını bildirirler. Allaha yemin ederiz ki, bize iyi yerleri ihsan eyledi. Bulunduğumuz yerlerin değişmesini istemeyiz. Ya Rabbi, senin nidanı işittik, ona doğru sözle cevap verdik; ya Rabbi, mübarek cemaline bakmak isteriz, bize kendini göster. Çünkü senin yüksek katında en üstün sevabımız ve büyük mükafat ve karşılığımız, mübarek cemaline bakmaktır derler.
Bu halde Allah, Darüsselam adındaki Cennete, süslen ve kullarımın beni görmelerine hazırlan diye emreder. Darüsselam, Allahın emrine uyarak süslenir ve görecek olanlar için hazırlanır. Allah meleklerden birine, kullarıma söyle, gelip beni görsünler buyurur. Allahın bu yüksek emri üzerine, o melek, Allahın katından ayrılıp yüksek ve tatlı bir sesle seslenir ve der ki: “Ey Cennet ehli ve ey Allahın sevgili kulları, Rabbinizi görünüz.” Bu sesi Cennette bulunanların yüksekleri ve aşağıları işitip, hep birden bineklerine atlayıp, beyaz misk ve sarı zaferandan yüksek bir tepenin üstüne çıkarlar. Orada kapının yanında selam verirler. Selamlarında; “Esselamü aleyna min Rabbina” diyerek, izin isterler. Kendilerine Allah tarafından izin çıkınca, Darüsselamın kapısından girmek isterler. Bu halde Arşın altından Mesire adında bir rüzgar esip, misk ve zaferan tepeleri üzerinden geçerek, kaldırmış olduğu misk ve zaferanı cenab-ı Hakkı göreceklerin üzerlerine saçıp, onların elbise, baş ve boyunlarını güzel kokularla kokulu yapar. Bu hal ile Darüsselama girer. Arş ve Kürsiye bakarlar. Henüz tecelli olmadan ve üzerlerine bir nur parlamadan; “Sübhaneke Rabbena, kuddusün Rabbül-melaiketi verruh, tebarekte ve tealeyte ema nenzuru vecheke” diyerek, Allahı tesbih ve takdis ile cemalini kendilerine göstermesi için yalvarırlar.
Bu durumda, Allah nurdan perdelere; “Çekiliniz” diye emredince, birbiri arkasında olan nur perdeleri kalkar. Hatta yetmiş perde kalkar. Her perde, bir sonrakinden nur bakımından yetmiş kat kuvvetlidir. Bu halde Allah onlara tecelli eyler. Onlar Hakkın dilediği kadar secdeye kapanırlar. Secdede; “Sübhane lekel hamdü vettesbihu ebeden.” (Bizi Cehennemden kurtarıp Cennete koydun. Cennet ne güzel yerdir. Senden tamamen razıyız, sen de bizden razı ol) derler. Hamd, tesbih ve takdis ederler. Allahın kendilerinden razı olmasını isterler. Bu halde Allah onlara; “Kullarım, ben sizden her halinizle razıyım. Şu an amel zamanı değildir. Ancak cemalimi görmek, ondan lezzet almak ve nimetlerin zamanıdır. İhsan ve yüz gösterme zamanıdır. İstediğinizi dileyin vereyim. Temenninizi arzedin ki, fazlasını ihsan edeyim” buyurur.
Cennet ehli, o zaman tekbir ile başlarını secdeden kaldırırlar. Onu görürler. Fakat Allahın nurunun çokluğundan, Ona bakamazlar. Bu durumda Allah onlara; “Merhaba ey kullarım, ey asfiyam (seçilmişlerim) ey ahbabım, ey evliyam, ey seçkin kullarım” buyurur ve onları neşelendirir.
Allah, Cennettekilere hitaben; “Geliniz, makamlarınıza oturunuz” buyurduğunda, önce resuller gelip minberler üzerine otururlar. Sonra nebiler gelir, kürsiler üzerinde otururlar. Sonra salihler gelip, kıymetli örtüler üzerine otururlar.
Bu halde onlara, inci ve yakutla süslü yetmiş türlü renkle renklendirilmiş nurdan sofralar kurulur. Allah, o sofraların hizmetçilerine, onları yediriniz buyurur. Onlara ziyafet için konan her sofra üzerinde, inci ve yakuttan yetmişbin tabak vardır. Her tabakta yetmiş çeşit yiyecek vardır.
Allah; “Ey kullarım, yiyiniz” buyurur. Onlar da, Allahın dilediği miktarda yerler. Birbirlerine, bizim esas makamımızdaki yiyecekler, bu yiyeceklerin yanında rüya gibi kalır derler. Allah hizmet edenlere, kullarıma su veriniz diye emreder. Sofrada hizmet görenler, onlara Cennet şarabı getirirler. Cennet ehli ondan içip, birbirlerine, bizim makamımızdaki şarablarımız, bunların yanında rüya gibidir derler.
Allah, yine sofrada hizmet edenlere kullarıma meyveler ikram ediniz buyurur. Hizmet görenler meyve getirirler. O meyveleri yedikleri zaman, yine birbirlerine, bizim kaldığımız yerdeki meyveler, bunların yanında rüya gibidir derler.
Allah onlara, kullarımı yedirip içirdiniz ve onlara meyve verdiniz. Şimdi hulleler giydiriniz buyurur. Hizmetçiler, hulleler giydirirler. Yine birbirlerine, şu giydiğimiz hullelerin yanında, kendi makamımızda giydiklerimiz rüya gibi kalır derler.
Hulleleri ile kürsileri üzerinde otururlarken, Allah onlara Arşın altından bir rüzgar gönderir. O rüzgara Mesire denir. O rüzgar onlara Arşın altından, kardan beyaz, misk ve kafur getirir. Onların elbise, yaka ve başlarını çok güzel kokutur. Sonra önlerindeki sofraları üzerlerinde yemekler olduğu halde kaldırırlar. Allah onlara hitaben; “Şu anda benden dilediğinizi isteyiniz vereyim, arzunuzu beyan edin, fazlasını ihsan edeyim” buyurduğunda, hepsi birden; “Ey Rabbimiz, senden istediğimiz, ancak, zatının bizden razı olmasıdır” derler. Allah; “Ey kullarım, ben sizden razıyım” buyurur.
Bu durumda Cennettekilerin hepsi Sübhanallah ve Allahü ekber deyip, secdeye vardıklarında, Allah, kullarım, başlarınızı secdeden kaldırınız, bugün amel günü değildir. Bugün cemalime bakınız, nimetlerime kavuşmanız, sevinç ve lezzet içinde olmanız icabeden gündür buyurur. Bu halde, Rablerinin nuruyla, yüzleri nurlanmış ve parlamış olup, başlarını secdeden kaldırırlar.
Allah onlara; “Menzil ve makamlarınıza dönünüz” buyurmasıyla, oradan ayrılıp giderlerken, hizmetçilerini, binekleri hazırlamış bekler vaziyette bulurlar. Sonra bineklerine binerler. Onlardan isteyen, köşklerine kadar cemaat ve cemiyyetle beraber gider. Sonra diğerleri de, bu şekilde diledikleri köşklerine giderler. Bunlardan biri köşküne vardığında, zevcesi onu güler yüz ve tatlı sözle karşılayıp; “Şu anda bana, şimdiye kadar sende görmediğim bir güzellik, nur, koku, elbise, hulle ve süsle geldin” der.
Bu anda Allahın katından bir melek yüksek sesle; “Ey Cennet ehli! Bunun gibi size, her zaman sonsuz nimetler verilecektir” diye seslenir.