Türlerin ve tür gruplarının tükenmesinden şimdiye dek yalnız yeri geldikçe söz açtık. Doğal seçme teorisine göre, eski biçimlerin tükenmesi ve yeni, gelişmiş biçimlerin ortaya çıkması birbiriyle yakından bağlantılıdır. Dünyadaki canlıların ardışık dönemlerde afetlerle silinip süpürüldüğünü öne süren eski varsayım genellikle bırakılmıştır. Ellie de Beaumont, Murchsion, Barrande vb. gibi, genel görüşleri yüzünden öyle düşünmek durumunda kalmış yerbilimciler bile kanılarını değiştirmişlerdir. Bu varsayımın tam tersine, türlerin ve tür gruplarının birbiri ardınca, önce bir yerde, sonra başka yerde, ve sonunda her yerde aşamalı olarak ortadan kalktığına inanmamız için gerekli her türlü kanıt Üçüncü Zaman oluşumlarının incelenmesiyle sağlanmıştır. Bununla birlikte, bir kıstağın yarılıp açılması ve bu yüzden bitişiğindeki denizlerden birinin yeni birçok canlının baskınına uğraması, ya da bir adanın tümüyle batması gibi bazı durumlarda, tükenme daha hızlı olabilir. Türlerin de tür gruplarının da, kalımları hiç eşit değildir; bazı gruplar, gördüğümüz gibi, yaşamın bilinen ilk doğumundan beri varolagelmiştir; bazıları Birinci Zamanın bitiminden önce ortadan kalkmıştır. Herhangi bir türün ya da cinsin yaşama süresini belirleyen hiçbir yasa yoktur. Bütün bir tür grubunun tükenmesinin, türemesinden genellikle daha yavaş bir süreç olduğuna inanmak için gerekçe vardır: Grubun ortaya çıkması ve ortadan kalkması, daha önce yaptığımız gibi, kalınlığı değişen bir çizgiyle gösterilirse, tükenmenin gelişimini gösterdiği üst başında, türlerin ilk ortaya çıkmasını ve sayıca çoğalmasını gösterdiği alt başında olduğundan daha yavaş incelir. Bununla birlikte, bazı durumlarda, türlerin tükenmesi, ammonitlerde görüldüğü gibi, İkinci Zamanın sonlarına doğru, pek birdenbire olmaktadır.
Türlerin tükenmesi hiçbir gerekçe olmaksızın gizemli bir karanlığa gömülmüştür. Kimi yazarlar, bireylerin ömrü belirli olduğu için türlerin kalımının da belirli olduğunu varsaymışlardır. Türlerin tükenmesine hiç kimse benim kadar şaşmış olamaz. La Plata’da Mastodon [fille yakın hısımlığı olan tükenmiş bir hayvan], Megatherium [Güney Amerika’ya özgü, tembel hayvana benzer, iri, otçul, tükenmiş bir hayvan, – ç.], Toxodon ve başka tükenmiş iri hayvanların, hepsi de çok yakın bir yer bilimsel dönemde bugün hâlâ yaşayan kavkılılarla birlikte varolmuş hayvanların kalıntıları yanında gömülü bir at dişi bulunca pek şaşırmıştım; çünkü at, İspanyollar atı Güney Amerika’ya getirdiğinden beri, yabanıllaşmış durumda bütün ülkeye yayılmış ve görülmedik bir hızla çoğalmıştır; ve ben, görünüşte böylesine elverişli koşullarda, eski atı bu denli yakın bir geçmişte neyin ortadan kaldırmış olabileceğini kendi kendime sormak durumunda kalmıştım. Oysa şaşkınlığım temelsizdi. Prof. Owen, bu dişin, bugünkü atın dişine benzemekle birlikte, tükenmiş bir türün dişi olduğunu anlayıverdi. Bu ata hâlâ, ama seyrek olarak, rastlansaydı, onun seyrek bulunmasına hiçbir doğa bilgini şaşmazdı; çünkü seyreklik, her ülkede, her sınıfın birçok türünde görülen bir durumdur. Şu ya da bu türün neden seyrek bulunduğunu kendi kendimize sorarsak, onun yaşam koşullarında aksayan bir şey olduğu yanıtını veririz; ama o aksayan şeyin ne olduğunu hemen hemen hiç söyleyemeyiz. Taşıl at seyrek rastlanan bir tür olarak bugün de yaşasaydı, bütün memeli hayvanları, hatta yavaş üreyen file ve evcil atın Güney Amerika’da çabucak doğallaşmasına bakarak, onun birkaç yılda bütün kıtayı kaplayabileceğine kesinlikle inanabilirdik. Ama onun çoğalmasını önlemiş elverişsiz koşulların neler olduğunu, aksaklıkların sayısını, atın yaşamının hangi döneminde ve hangi ölçüde etkili olduklarını söyleyemezdik. O koşullar yavaş yavaş daha da elverişsizleşerek sürüp gitseydi, kuşkusuz, bu olgunun farkına varamayacaktık, oysa yabanıl at elbette giderek seyrelip sonunda tükenecekti; ve onun yerini daha başarılı bir yarışçı alacaktı.
Her yaratığın çoğalmasının sezilmeyen zararlı etkenlerce sürekli engellendiğini, ve bu sezilmeyen etkenlerin seyrekleşmeye, ve sonunda tükenmeye yol açacak kadar çok olduğunu her zaman anımsamak güçtür. Bu konu genellikle öylesine az anlaşılıyor ki, Mastodonlar ve onlardan da eski olan Dinozorlar gibi dev hayvanların tükenmiş olmalarının şaşılarak söz konusu edildiğini çok kez işittim: Sanki vücutça kuvvetli olmak yaşama savaşında başarı kazandırırmış gibi. Yalnızca iri olmak, tam tersine, Owen’ın belirttiği gibi, gerekli besinin çoğalması yüzünden daha çabuk tükenmeye yol açar. İnsanoğlu Hindistan’a ve Afrika’ya yerleşmeden önce de, bugünkü filin sürekli çoğalmasını önleyen bir neden olmuş olmak, gerekir. İyi bir araştırmacı olan Dr. Falconer, Hindistan’da filin çoğalmasını özellikle onu sürekli tedirgin edip zayıf düşüren böceklerin engellediğine inanmaktadır; ve Bruce, bunun Habeşistan’daki Afrika filleri için de doğru olduğu kanısındadır. Güney Amerika’nın türlü kesimlerinde, doğallaşmış iri dört-ayaklıların varlığını böceklerin ve kan-emici yarasaların belirlediği besbellidir.
Birçok durumda, yeni Üçüncü Zaman oluşumlarında seyrelmenin tükenmeden önce geldiğini görüyoruz; ve insanoğlunun etkisiyle yerel olarak ya da tümüyle tükenmiş hayvanlarda da böyle olduğunu biliyoruz. 1845’te yazdığım bir şeyi burada yineleyebilirim: Türleri tükenmeden önce genellikle seyreldiklerini kabul edip bir türün seyrekliğine şaşmamak, ama türler ortadan kalkınca şaşakalmak, tıpkı hastalığın insanda ölümün öncüsü olduğunu kabul edip hastalığa şaşmamak, ama, hasta ölünce şaşakalıp onun bir zorlama sonucu öldüğünü sanmak gibidir.
Doğal seçme teorisi, yeni her çeşidin ve sonunda yeni her türün kendisiyle yarışanlara karşı bir üstünlük kazanmasıyla, ve bunu daha az uygun biçimlerin zorunlu tükenmesinin izlemesiyle türediği ve korunduğu inancına dayanmaktadır. Bu, evcil ürünlerimizde de aynıdır; yetiştirilen yeni ve gelişmiş bir çeşit, önce aynı yöredeki az gelişmiş çeşitlerin yerini alır; daha çok gelişince, bizim shorthorn sığırımız gibi, yakın ve uzak çevrelere götürülür, ve ülkedeki öbür ırkların yerine geçer. Demek ki yeni biçimlerin ortaya çıkması ve eski biçimlerin ortadan kalkması, onları ister biz yetiştirelim ister doğal olarak yetişmiş olsunlar, birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Gelişen gruplarda, belirli bir zamanda ortaya çıkmış türsel biçimlerin sayısı, tükenmiş eski biçimlerinkinden daha çok olabilir; ama, hiç değilse son yer bilimsel dönemlerde, türlerin sayısız çoğalmadığını biliyoruz, öyle ki, son zamanları göz önünde tutarsak, yeni biçimlerin türemesinin aşağı yukarı aynı sayıda eski biçimin tükenmesine yol açtığına inanabiliriz.
Yarış, daha önce örnekler verilerek açıklandığı gibi, birbirlerine her bakımdan en çok benzeyen biçimler arasında en zorlu geçer. Bundan ötürü, bir türün değişiklik geçirmiş ve gelişmiş dölleri, genellikle ata-türün tükenmesine yol açacaktır; ve herhangi bir türden yeni birçok biçim gelişmişse, o türün en yakın hısımları, yani aynı cinsin türleri, en çabuk tükenecektir. Bundan dolayı, bence, aynı türden türemiş birtakım yeni türler, yani yeni bir cins, aynı familyanın eski bir cinsinin yerini alır. Ama herhangi bir gruptan olan yeni bir türün, farklı gruptan bir türün yerini kaparak böylelikle onun tükenmesine yol açması da sık sık gerçekleşmiş olmalıdır. Böyle başarılı bir türden birçok hısım biçim ortaya çıkarsa, çoğu yerlerini vermek zorunda kalacaktır; ve soya çekimle edinilmiş ortak bir üstünlükten zarar görenler, genellikle hısım biçimler olacaktır. Ama yerlerini değişiklik geçirmiş ve gelişmiş türlere bırakmış türler aynı sınıftan ya da başka bir sınıftan da olsalar, zarar görenlerin birkaçı, özel bir yaşama tarzına uyarlandıkları için, ya da zorlu bir yarıştan kurtuldukları uzak ve ayrıklanmış bir yerde barındıkları için, çoğu zaman uzun bir süre korunabilir. Örneğin, bazı Trigonya türleri, ikinci Zaman oluşumlarındaki büyük bir kavkılı cinsi, Avustralya denizlerinde; parlakpullu balıkların (Ganoid fishes) hemen hemen tükenmiş olan büyük grubunun birkaç üyesi tatlı sularda hâlâ yaşamaktadır. Bundan ötürü, gördüğümüz gibi, bir grubun tümüyle tükenmesi, genellikle türemesinden daha yavaş bir süreçtir.
Trilobitlerin Birinci Zamanın sonunda ve Ammonitlerin İkinci Zamanın sonunda ortadan kalkması gibi, bütün familyaların ya da takımların görünüşte birdenbire tükenmesine gelince, birbirini izleyen yer bilimsel oluşumlar arasında geniş zaman aralıkları geçmiş olabileceği konusunda demin söylenenleri anımsamalıyız; o zaman aralıklarında çok daha yavaş bir tükenme olmuş olabilir. Bundan başka, yeni bir grubun birçok türü, ani göçle ya da olağanüstü çabuk gelişerek her alanı ele geçirirse, eski türlerin birçoğu buna uygun bir çabuklukta tükenmiş olacaktır; ve böylelikle yerlerinden olmuş biçimler çok kez hısımlar olacaktır, çünkü onlar, aynı ortak eksikliği paylaşmaktadırlar.
Öyleyse, bence, tek tek türlerin ve bütün tür gruplarının tükenme tarzı, doğal seçme teorisiyle çok güzel bağdaşmaktadır. Tükenmeye şaşmamızın gereği yoktur; şaşmamız gerekiyorsa, her türün varlığının bağlı olduğu karmaşık rastlantıları bir an için anladığımızı sanırken gösterdiğimiz ataklığa şaşalım. Her türün aşırı çoğalmaya eğilimli olduğunu, ve bizim bazen farkına vardığımız engellerin bunu her zaman önlediğini unutursak, doğanın tüm ekonomisi pek çapraşık görünecektir. Bir türün neden öbüründen daha çok bireyi olduğunu, ve belirli bir ülkede neden şu türün değilde bu türün doğallaşabildiğini ne zaman kesinlikle söyleyebilirsek, ondan sonra, ancak ondan sonra, belirli herhangi bir türün ya da tür grubunun neden tükendiğini açıklayamayışımıza haklı olarak şaşabiliriz.