Bu kitapta öne sürülen görüşlere karşı haklı olarak ileri sürülmüş başlıca itirazları altıncı bölümde saymıştım. Onların çoğu şimdiden tartışılmış bulunmaktadır. Onlardan biri, yani türsel biçimlerin farklılığı ve türsel biçimler arasında sayısız geçişsel biçimin eksikliği, çok belirgin bir güçlüktür. Zincirin bu halkalarının, günümüzde, varolmalarına görünüşte pek elverişli olan koşullarda, yani aşamalı fiziksel etkenler görülen geniş ve sürekli bir alanda, çoğu zaman ortaya çıkmamalarına gerekçeler gösterdim. Türlerin varlığının, iklimden daha çok, önceden belirlenmiş organik biçimlerin varlığına bağlı olduğunu; ve, bundan dolayı, gerçekten başat yaşam koşullarının, sıcaklık ve nemlilik gibi sezilmeden değişmediğini gösterdim. Ara çeşitlerin, birbirine bağladıkları biçimlerden daha az sayıda varolduğunu, bu yüzden daha sonraki değişiklik ve gelişim sırasında yenilip yok edildiğini göstermeye uğraştım. Bununla birlikte, bugün doğada sayısız geçişsel biçimin hiçbir yerde ortaya çıkmamasının ana nedeni, yeni çeşitlerin hiç durmadan ata-biçimlerinin yerini almasına yol açan doğal seçme sürecinin kendisidir. Ama özellikle bu yok etme süreci olağanüstü etkili olduğu için, eskiden varolmuş ara çeşitlerin sayısı da gerçekten pek büyük olmak gerekir. Öyleyse bütün yer bilimsel oluşumlar ve bütün tabakalar geçişsel biçimlerle neden tıka basa dolu değildir? Yerbilim, organik yaratıkların böylesine kopuksuz bir zincirini asla gün ışığına çıkarmamıştır; ve bu, belki, doğal seçme teorisine karşı çıkarılabilecek en açık ve en zorlu aykırılıktır. Bence bunun yanıtı yer bilimsel belgelerin aşırı eksikliğinde saklıdır.
Her şeyden önce, teoriye göre eskiden yaşamış olmak gereken ara biçimlerin nasıl olduğu hep göz önünde tutulmalıdır. Herhangi iki türü incelerken, onların doğrudan doğruya arasında bulunan biçimler tasarlamaktan kendimi alamadım. Oysa bu, tümüyle yanlış bir davranıştır; her zaman, türlerle onların bilinmeyen ortak atası arasında olan biçimler aramalıyız; bu ortak ata, bazı bakımlardan, değişiklik geçirmiş döllerinin hepsinden farklıdır. Örneğin, tavus güvercini ile şişingen güvercin, ikisi de, kaya güvercininden türemiştir, gelmiş geçmiş bütün ara çeşitleri bulsaydık, elimizdeki kesiksiz seri bu iki güvercinle kaya güvercini arasında olurdu; ama o çeşitlerin hiçbiri tavus güverciniyle şişingen güvercinin doğrudan doğruya arasında olmazdı; örneğin onların hiçbirinde bu iki ırkın ayırıcı özellikleri olan biraz genişlemiş bir kuyrukla biraz büyümüş bir kursak birlikte görülmezdi. Kaldı ki, bu iki ırk öylesine değişiklik geçirmiştir ki, elimizde kökenleriyle ilgili hiçbir tarihsel ya da dolaylı kanıt olmasaydı, yapılarını kaya güvercininkiyle (C. livitia) yalnızca karşılaştırarak, o türden mi, yoksa gök güvercin (C. oenas) gibi hısım bir biçimden mi türedikleri belirlenemezdi.
Doğal türlerde de böyledir. Çok farklı iki biçimi, örneğin at ile tapiri incelersek, eskiden onların doğrudan doğruya arasında bulunmuş geçişsel biçimlerin varolduğunu düşünmek için hiçbir gerekçe bulamayız, ama onların her biriyle bilinmeyen ortak bir ata arasında geçişsel biçimlerin yaşamış olduğunu düşünebiliriz. Ortak ata, oluşumunun tümü bakımından tapire ve ata genel bir benzerlikte; ama yapısının bazı bakımlarından her ikisinden de önemli ölçüde, belki at ile tapir arasındakinden de ötede, farklı olmuş olacaktır. Bundan ötürü, bütün böyle durumlarda, atanın yapısı ile değişiklik geçirmiş döllerinkileri titizlikle karşılaştırsak bile, ara biçimlerin aşağı yukarı tam bir zinciri elimizde olmadıkça, herhangi iki ya da ikiden çok türün ata-biçimini tanıyamayız.
Teoriye göre, yaşayan iki biçimden biri öbüründen, örneğin at tapirden, türemiş de olabilir; ve bu durumda doğrudan doğruya onların ikisi arası geçişsel biçimler yaşamış olacaktır. Ama böyle bir durum, biçimlerden birinin, kendi dölleri büyük ölçüde değişmeye uğrarken çok uzun zaman değişmeden kalmasını gerektirir. Canlıyla canlı, çocukla ana-baba arasındaki yarış ilkesinden ötürü bu pek seyrek gerçekleşir; çünkü yeni ve gelişmiş canlı biçimler, eski ve gelişmemiş olanların yerini almaya her zaman eğilimlidir.
Doğal seçme teorisine göre, yaşayan bütün türler, bugünkü türlerden birinin doğal ve evcil çeşitleri arasında gördüğümüz farklardan daha büyük olmayan farklarla, cinslerinin ata-türüne bağlıdır; ve artık genellikle tükenmiş olan bu atatürler, kendi çağlarında, daha eski biçimlere aynı tarzda bağlıydı. Ve bu, her büyük sınıfın ortak atasına ulaşılıncaya dek, geriye doğru böylece sürüp gider. Bundan dolayı, yaşayan ve tükenmiş bütün türler arasındaki geçişsel biçimlerin sayısı inanılmayacak kadar büyük olmak gerekir. Onlar, teorim doğruysa, yeryüzünde elbette yaşamıştır.