"Enter"a basıp içeriğe geçin

Geçiş tarzları – Darwin

Çok sayıda, ardışık ve küçük değişikliklerle oluşamayacak bileşik bir organın varlığı gösterilebilseydi, teorim kesinlikle çökerdi. Ama böyle bir örnek göremiyorum. Özellikle çok ayrıklanmış ve teoriye göre yayılma alanlarının çevrelerindeki hısımları tükenmiş türlerde geçişsel aşamalarını bilmediğimiz birçok organ elbette vardır. Bundan başka, bir sınıfın bütün üyelerinde ortak olan bir organ, ilkin çok eski bir dönemde oluşmak gerekir, ve o dönemden beri sınıfın bütün üyeleri gelişmiştir; ve o organın geride bıraktığı ilk geçişsel aşamaları bulmak için uzun zamandır tükenmiş çok eski ata-biçimleri araştırmamız gerekir.

Bir organın bazı geçişsel aşamalarla oluşamayacağı sonucuna varırken pek dikkatli olmalıyız. Aşağı hayvanlarda aynı organın aynı zamanda tümüyle başka görevleri yerine getirdiğine sayısız örnek verilebilir; kız böceğinin kurtçuğunda ve balıklardan taş-ısıranda (Cobitis) sindirim borusu solunuma, sindirime ve boşaltıma yarar. Hydra [bir eldiven gibi] ters yüz edilirse, dış yüzeyi sindirim ve midesi solunum görevini üstlenir. Böyle durumlarda, böylelikle bir üstünlük sağlanıyorsa, doğal seçme önceden iki görev yapan bir organın tümünü ya da bir parçasını bir tek görev için özelleştirebilir, ve böylece sezilmez basamaklarla onun doğasını büyük ölçüde değiştirir. Aynı zamanda düzenli olarak farklı çiçekler veren birçok bitki bilinmektedir; böyle bitkiler yalnız bir çeşit çiçek verseydi, türün ırasında bununla oranlı büyük bir değişme olurdu.

Bununla birlikte, aynı bitkideki iki türlü çiçek, başlangıçta, birkaç durumda hâlâ izlenebilen çok ince aşamalarla farklılaşmış olabilir.

Bundan başka, farklı iki organ, ya da çok farklı iki biçimdeki aynı organ, aynı bireyde aynı zamanda aynı görevi yapabilir, ve bu, son derece önemli bir geçiş ortamıdır; buna bir örnek verelim: Suda erimiş havayla solunum yapan ve aynı zamanda yüzme keselerini dolduran havayı soluyan balıklar vardır. Bu balıklarda hava kesesi kılcal damarlarca zengin çeperlerle bölünmüştür, ve hava sağlamak için bir ductus pneumaticus [hava ya da soluk yolu] ile donatılmıştır. Bir örnek de bitkiler âleminden verelim: Bitkiler ağaçlara üç türlü tırmanır: Sarılıp dolanarak, duygan sülükleriyle bir tutamağı yakalayarak, hava kökleri vererek. Bu üç tırmanma aracına çoğu zaman farklı gruplarda rastlanır, ama birkaç türde bunların ikisi, hatta üçü birlikte görülür. Böyle durumların hepsinde, iki organdan biri değişiklik geçirirken öbür organdan yardım görerek bütün işi yapabilecek kadar yetkinleşebilir; ve sonra o organ tümüyle farklı bir amaç için değişiklik geçirebilir, ya da tümüyle silinir.

Balıkların yüzme kesesi güzel bir örnektir, çünkü aslında bir tek amaç için, yani yüzmek için yapılmış bir organın çok farklı bir amaç için, yani solunum için değiştirilebilmesi gibi pek önemli bir olguyu açıkça göstermektedir. Yüzme kesesi belirli balıklarda işitme organına da yardımcı olmaktadır. Bütün fizyologlar, yüzme kesesinin konum ve yapı bakımından yukarı omurgalı hayvanların akciğerleriyle kökendeş (homologous), ya da “benzer amaçlı” olduğunu kabul etmektedirler: Bundan dolayı, yüzme kesesinin gerçekten akciğerlere, ya da yalnız solunum amacıyla kullanılan bir organa dönüştüğünden kuşkulanmak için hiçbir gerekçe yoktur.

Bu görüşe göre, gerçek akciğerleri olan bütün omurgalı hayvanların, bir yüzme aygıtı ya da yüzme kesesiyle donatılmış eski ve bilinmeyen bir ilk-örnekten (prototype) ve bayağı yoldan türediği sonucu çıkarılabilir. Böylece, Owen’ın bu parçalar üzerine verdiği ilginç bilgilerden anladığım gibi, yuttuğumuz her yiyecek ve içecek parçacığının, glottisi kapayan o ustalıklı düzenlenişe karşın, neden biraz akciğerlere düşme tehlikesi göstererek soluk borusunun üzerinden geçmek zorunda olduğunu kavrayabiliriz. Yukarı omurgalılarda solungaçlar tümüyle yitmiştir –ama embriyonda boynun iki yanındaki yarıklar ve damarların ilmeği andıran geçişi onların eski konumunu hâlâ belli etmektedir. Ama artık tümüyle yitmiş solungaçların, başka bir amaç için, doğal seçmeyle giderek değiştirilmiş olması anlaşılırdır; örneğin, Landois, böceklerin kanatlarının trachialardan [hava borusu] geliştiğini kanıtlamıştır; bundan ötürü, o büyük sınıfta bir zamanlar solunuma yaramış organların, gerçekten uçma organlarına dönüşmüşlüğü çok olasıdır.

Organların geçişlerine gelince, bir görevin başka biriyle değiştirilmesi olasılığı öylesine önemlidir ki, buna başka bir örnek daha vermek isterim. Saplı (pedunculated) sülükayaklıların (cirripedps) benim ovigerus frena [yumurta dizgini] adını verdiğim küçük iki deri kıvrımı vardır; bunlar, yapışkan bir salgının yardımıyla, yumurtaları açılmalarına dek yumurta kesesinde alıkomaya yarar. Bu sülükayaklıların solungaçları yoktur, vücudun ve küçük dizginlerle birlikte kesenin bütün yüzeyi solunum yapmaya yarar. Balanidae ya da sapsız sülükayaklılarda ise ovigerus frena yoktur; onların yumurtaları kapalı kabuğun içindeki kesenin dibinde tutulmadan durur; ama onlarda, dizginlere göre aynı konumda, kesenin ve vücudun dolaşım boşlukları ile açık bağlantıları olan, ve bütün doğa bilginlerince solungaç gibi çalıştıkları kabul edilen çok-katlı zarlar vardır. Şimdi, bir familyadaki ovigerus frena ile öbür familyadaki solungaçların tam anlamıyla kökendeş (homologous) olduğunu hiç kimse tartışmayacaktır sanırım; gerçekten, bunlar yavaş yavaş birbirine dönüşür. Bundan dolayı, başlangıçta ovigerus frena olarak iş gören, ama solunuma da biraz yardım eden küçük iki deri kıvrımının doğal seçmeyle düpedüz büyüyerek ve yapışkan salgı bezleri giderilerek yavaş yavaş solungaca dönüştüğünden kuşkulanmanın gereği yoktur. Saplı sülükayaklıların hepsi tükenseydi (bunlar sapsızlardan daha çok kırıma uğramaktadır), ikinci familyadaki solungaçların eskiden yumurtaların keseden dışarı sürüklenmesini önleyen organlar olduğunu kim düşünürdü? Üreme döneminin öne alınması ya da geciktirilmesiyle olabilen başka bir geçiş tarzı daha vardır. Yakınlarda Prof. Cope ile Birleşik Amerika’daki başka araştırmacılar bunun üzerinde durmuşlardır. Bazı hayvanların, gelişimlerini tamamlamadan önce üremeye yetenekli olduğu bilinmektedir; ve bu güç bir türde gereği gibi gelişirse, gelişimin erginlik aşaması ergeç yitirilebilir; ve bu durumda, özellikle kurtçuk ergin biçimden çok farklı olursa, türün ırası büyük ölçüde değişir ve yozlaşır. Bundan başka, erginliğe eriştikten sonra da, ıraca değişegiden hayvanlar hiç de az değildir. Örneğin, memelilerde iskeletin biçimi çoğu zaman yaşa bağlı olarak pek değişmektedir; Dr. Murie, foklarda bunun güzel bazı örneklerini göstermiştir; ve geyiğin boynuzlarının yaşlandıkça daha çok çatallandığını, ve bazı kuşların tüylerinin daha da güzelleştiğini herkes bilir. Prof. Cope, belirli kertenkelelerde dişlerin yıllar geçtikçe biçim değiştirdiğini bildirmektedir; Fritz Müller, kabuklularda, erginlikten sonra yalnız önemsiz birçok parçanın değil, önemli bazı parçaların da yeni bir ıra edindiğini belirtmiştir. Böyle durumların hepsinde –bunlara daha birçok örnek eklenebilir– üreme çağı ertelenirse, türün ırası, hiç değilse erginlik aşamasında, değişir, bazı durumlarda gelişimin eski ve ilk aşamalarının çarçabuk geçmesi ve yitivermesi de olmayası (improbable) değildir. Türlerin geçişin bu bir dereceye dek birdenbire gerçekleşen tarzıyla çoğu zaman ya da her zaman değişiklik geçirip geçirmediği konusunda bir kanıya varamadım; ama bu oluyorsa, gençlerle erginler, ve erginlerle yaşlılar arasındaki farklar da aşamalı geçişlerle başlangıçta kazanılmış olabilir.