"Enter"a basıp içeriğe geçin

Türsel ıralar cinsel ıralardan daha değişkendir – Darwin

Son başlık altında tartışılan ilke şimdiki konumuza da uygulanabilir. Türsel (specific) ıraların cinsel (generic) ıralardan daha değişken olduğu bilinen bir şeydir. Bunun ne demek olduğunu basit bir örnekle açıklayalım: Büyük bir bitki cinsinde bazı türler mavi ve bazıları kızıl çiçekli ise, renk yalnızca türsel bir ıradır ve mavi türlerden birinin kızıla dönüşmesi, ya da bunun tersi, kimseyi şaşırtmaz; ama bütün türlerin çiçekleri maviyse, renk cinsel bir ıradır ve rengin değişmesi daha alışılmamış bir durum olur. Bu örneği seçtim, çünkü pek çok doğa bilgininin önerdiği açıklama, yani, genellikle cinsleri ayırmada kullanılanlardan daha az fizyolojik önemi olan parçalardan çıkarıldıkları için, türsel ıraların cinsel ıralardan daha değişken olması, burada geçerlikte değildir. Bu açıklamanın kısmen, ama ancak dolaylı olarak, doğru olduğuna inanıyorum; bununla birlikte, sınıflama bölümünde bu konuya yeniden dönmem gerekecek. Bayağı türsel ıraların cinsel ıralardan daha değişken olduğunu belirtmek için kanıt göstermek hemen hemen gereksizdir; ama önemli ıralar söz konusu olunca, doğal tarih konusundaki yapıtlarda dikkatimi çeken şudur: Bir yazar, büyük bir tür grubunda genellikle çok değişmez olan bir organın ya da parçanın yakın hısım türlerde önemli ölçüde farklı olduğuna şaşarak dikkat çekmişse, o organ ya da parça aynı türün bireylerinde de çoğu zaman değişkendir. Ve bu olgu şunu göstermektedir: Genellikle cinsel (generic) değeri olan bir ıra, bu değeri azalır ve türsel bir değer kazanırsa, çoğu zaman değişkenleşir, ama fizyolojik önemi aynı kalabilir. Buna benzer bir şey de yaradılış aykırılıkları için geçerlidir; hiç değilse Is. Geoffroy St. Hilaire’in şundan kuşkusu yoktur: Aynı grubun farklı türlerinde bir organ ne denli çok farklı olursa, o organ bireylerde de o denli çok sapkınlığa uğrar.

Her türün bağımsız yaratıldığı görüşüne göre, yapının aynı cinsin bağımsız yaratılmış başka bir türündeki aynı parçadan farklı olan bir parçası, farklı türlerdeki çok benzer parçalardan niçin daha değişken olmak gereksin? Bunun nasıl açıklanabileceğini bilmiyorum. Ama türlerin yalnızca belirginleşmiş ve durağanlaşmış çeşitler olduğu görüşüne göre, yapılarının pek de uzun olmayan bir süreden beri değişmiş ve bundan ötürü farklı olan parçalarında türlerin hâlâ değişmekte olduğunu görmeyi çoğu zaman umabiliriz. Ya da bu durumu başka bir tarzda şöyle belirtebiliriz: Bir cinsin bütün türlerinin birbirlerine benzediği ve hısım cinslerden ayrıldığı özelliklere cinsel ıralar denir ve bu ıraların ortak bir atadan soyaçekimle kazanıldığı söylenebilir; çünkü doğal seçmenin epey farklı yaşama alışkanlıkları olan başka başka türleri tümüyle aynı tarzda değişikliğe uğratması ancak pek seyrek olabilir; ve cinsel ıralar farklı türler ortak atalarından ayrılmadan önce soyaçekimle edinildiği için ve sonradan hiç değişmedikleri ya da ancak pek az değiştikleri için, bugünkü günde değişmeleri olası değildir. Öte yandan, türlerin aynı cinsin öbür türlerinden farklı olduğu özelliklere türsel ıralar denir; ve bu türsel ıralar türler ortak atalarından ayrılalı beri değiştiği ve farklılaştığı için, çoğu zaman hâlâ belirli bir ölçüde değişken kalmaları olasıdır –onlar, hiç değilse, oluşumun çok uzun bir süredir değişmeden kalmış parçalarından daha değişkendir.

İkincil Eşeysel Iralar Değişkendir. –Doğa bilginleri ikincil eşeysel ıraların çok değişken olduğunu, konunun ayrıntılarına girmesem de, kabul edeceklerdir sanırım. İkincil eşeysel ıralar bakımından aynı gruptaki türlerin oluşumlarının öbür parçalarındakinden daha çok birbirinden farklı oldukları da kabul edilecektir: Örneğin, ikincil eşeysel ıraların pek belirgin olduğu tavuksularda erkekler arasındaki fark tutarı ile dişiler arasındaki fark tutarını karşılaştırınız. Bu ıraların ilk değişkenliğinin nedeni belli değildir; ama onların neden öbürleri gibi değişmez ve bir-biçim olmadığını anlayabiliriz, çünkü onlar, işleyişi doğal seçmeninkinden daha az amansız olan eşeysel seçmeyle biriktirilmiştir; eşeysel seçme ölümü gerektirmez, tersine, yalnızca az üstün tutulan erkeklerin daha az döl bırakmasına yol açar. İkincil eşeysel ıraların değişkenliği hangi nedenden ileri gelirse gelsin, onlar değişken oldukları için eşeysel seçme geniş bir etki alanı bulmuş ve böylece aynı grubun türlerinin o ıralar bakımından öbür ıralara göre daha büyük ölçüde farklı olmasını sağlayabilmiş olacaktır.

Aynı türün iki eşeyi arasındaki ikincil farkların genellikle oluşumun aynı cinsin türlerinin birbirinden farklı olduğu aynı parçalarda ortaya çıkması dikkate değer bir olgudur. Bu olguyu açıklamak için elimdeki listenin tam başına rastgelmiş iki örneği kullanacağım; bu iki örnekte de farklar çok alışılmamış bir özellikte olduğu için, ilişki pek de rastgele olamaz. Kınkanatlı böcek gruplarının çoğunda ayak bileğinde aynı sayıda eklem bulunması ortak bir ıradır, ama Westwood’un belirttiği gibi, engidae familyasında sayı pek çok değişir; ve sayı aynı türün iki eşeyinde de değişir. Bundan başka, kazıcı ayaklı zarkanatlı böceklerde (fossorial pymenoptera) kanatların sinir dağılımı (neuration) çok önemli bir ıradır, çünkü bütün gruplarda ortaktır; ama belirli cinslerin farklı türlerinde ve aynı türün iki eşeyinde sinir dağılımı farklıdır. Sir J. Lubbock, daha yakınlarda, küçük kabukluların (crustacea) birçoğunun bu yasanın güzel örnekleri olduğunu belirtti. “Örneğin Pontella’da eşeysel ıralar özellikle ön duyargalarla ve beşinci bacak parçalarıyla belirlenmektedir: Türsel farklar da çoğunlukla bu organlarda görülmektedir.” Bence bu ilişkinin anlamı açıktır: Aynı cinsin bütün türleri, herhangi bir türün iki eşeyi gibi, kesinlikle, ortak bir atanın dölüdür. Bundan ötürü, ortak atanın ya da onun ilk döllerinin yapısındaki hangi parça değişken olursa olsun, o parçanın değişimlerinin farklı türlerin doğa ekonomisindeki başka başka yerlere ve aynı türün iki eşeyinin birbirine ya da erkeklerin dişiler için öbür erkeklerle kavgaya hazır olması için doğal ve eşeysel seçmeyle desteklenmesi pek olasıdır.

Bundan ötürü vardığım sonuçlar şunlardır: Türsel ıralar, ya da türü türden ayırt eden ıralar, cinsel ıralardan, ya da bir cinsin bütün türlerinde bulunan ıralardan daha çok değişkendir –bir türde o türün cinsteşlerindeki aynı parçaya oranla olağanüstü gelişmiş bir parça aşırı değişkendir; ve bir parça bir tür grubu için ortaksa, o parça ne denli gelişmiş olursa olsun, değişkenliği önemsiz ölçüdedir –ikincil eşeysel ıralar pek değişken ve yakın hısım türlerde çok farklıdır –ikincil eşeysel ve bayağı türsel farklar genellikle oluşumun aynı parçasında ortaya çıkar, –bütün bunlar, birbirleriyle sıkıca bağlantılı ilkelerdir. Bunlar özellikle şunların sonucudur: Aynı grubun türleri, kendisinden soyaçekimle pek çok şeyi ortaklaşa kazandıkları ortak bir atanın dölleridir, –ancak kısa bir süreden beri ve büyük ölçüde değişen parçalar, uzun süredir soyaçekimle iletilen ve değişmeyen parçalardan daha kolay değişegitmektedir –geçmiş zamanın uzunluğuna göre, doğal seçme ataya dönme ve değişkenliği sürdürme eğilimini epeyce baskı altına almaktadır –eşeysel seçme doğal seçmeden daha az amansızdır –değişimler doğal seçmeyle aynı parçalarda biriktirilmekte ve böylece ikincil eşeysel ve olağan amaçlara uyarlanmaktadır.

Farklı türler benzeş değişimler gösterir, öyle ki bir türün bir çeşidi çoğu zaman hısım bir türe özgü bir ıra edinir, ya da eski bir atasının bazı ıralarına döner. –Bu önermelerin doğruluğu evcil hayvanlarımıza bakılarak anlaşılıverecektir. Birbirinden çok uzak ülkelerdeki en farklı güvercin ırkları, baştaki tüyleri ters çıkan ve paçalı olan alt-ırklar göstermektedir –bu ıralar onların kökeni olan kaya güvercininde yoktur; demek ki bunlar farklı iki ya da daha çok ırktaki benzeş değişimlerdir. Şişingen güvercinde ondört, hatta onaltı kuyruk teleğinin sık sık görülmesi, başka bir ırkın, tavusun, normal yapısını temsil eden bir değişim sayılabilir. Bu türlü benzeş değişimlerin, ayrı güvercin ırklarının ortak bir atadan aldıkları aynı yapının ve değişim eğiliminin ve bilinmeyen benzer koşulların etkisinde kalmanın sonucu olduğundan hiç kimse kuşkulanmayacaktır kanısındayım. Bitkiler âleminde, İsveç şalgamının ve Rutabaga’nın, ki ikisi de birçok bitkibilimcinin tarıma alınmanın sonucu olarak ortak bir atadan türemiş saydığı çeşitlerdir, şişkinleşmiş saplarında, ya da denegeldiği gibi söylersek, köklerinde, benzeş bir değişim durumu görmekteyiz: Bunlar böyle çeşitler değilse, o zaman, bu durum farklı olduğu söylenen iki türdeki benzeş bir değişim olacaktır; ve o iki bitkiye bir üçüncüsü katılabilir: bildiğimiz bayağı şalgam. Her türün bağımsız yaratıldığı görüşüne göre, bu üç bitkinin şişkinleşmiş saplarındaki benzerliği onların köken ortaklığına ve bundan ötürü benzer bir tarzda değişme eğilimlerine, gerçek nedene (vera causa) değil, tersine, üç ayrı ama birbiriyle sıkıca ilişkili yaratma eylemine yormamız gerekir. Nauden büyük kabak-familyasında (gourd-family), başka birçok yazar da tahıllarımızda, bunun gibi birçok benzeş değişim örneği gözlemişlerdir. Bay Walsh, doğal koşulların etkisindeki böceklerde ortaya çıkan benzer durumları büyük bir ustalıkla tartışmış ve onları gruplandırarak “Düzgün Değişkenlik” (Equable Variability) dediği yasası ile açıklamıştır.

Bununla birlikte, güvercinlerde başka bir durumla karşılaşmaktayız: Bütün güvercin ırklarında, kanatlarında iki kara şerit, kuyruk ucunda dış teleklerin diplerine yakın ak bir kenarla birlikte kara bir şerit bulunan, ak böğürtlü, kurşuni mavi kuşların arada bir ortaya çıkması. Bütün bu işaretler atanın, kaya güvercininin, belirgin özellikleri olduğu için, bunun bir atayadönüş olduğundan ve farklı ırklarda ortaya çıkan yeni ve benzeş bir değişim olmadığından kimsenin kuşkulanmayacağı kanısındayım. Bu sonuca güvenle varabiliriz sanıyorum, çünkü, daha önce gördüğümüz gibi, bu renk işaretleri iki ayrı ve renkleri farklı ırkın çapraz döllerinde ortaya çıkmaya pek eğilimlidir; ve bu durumda, soyaçekim yasalarına göre çaprazlanmanın düpedüz etkisinin ötesinde, dış yaşam koşullarında türlü işaretlerle birlikte kurşuni-mavi rengin yeniden ortaya çıkmasını gerektirecek hiçbir neden yoktur.

Birçok, belki de yüzlerce kuşak boyunca hiç görünmeyen ıraların yeniden ortaya çıkması, kuşkusuz, çok şaşırtıcı bir olgudur. Ama bir ırk başka bir ırkla yalnız bir kez çaprazlanınca, döllere bazen birçok kuşakta –kimileri oniki, hatta yirmi kuşakta demektedirler– yabancı ırkın ırasına dönme eğilimi göstermektedir. Yirmi kuşak sonra, yaygın bir deyimle, bir atanın kanının oranı ancak 2048’de 1’dir; ve bu yabancı kan kalıntıcığının ataya dönme eğilimini hâlâ alıkoyduğuna genellikle inanılmaktadır. Çaprazlanmamış, ama ana-babası, ikisi de, atalarının bazı ıralarını yitirmiş bir ırkta, daha önce söylendiği gibi, yitirilmiş ırayı yeniden kazanma eğilimi, bu eğilim ister kuvvetli ister zayıf olsun, karşıtını düşünebiliyorsak da, herhangi bir sayıda kuşağa iletilebilir. Bir ırkta, yitirilmiş bir ıra birçok kuşaktan sonra yeniden ortaya çıkarsa, en olası varsayım, bir bireyin birkaç yüz kuşak önceki bir ataya birdenbire benzemesi değildir, tersine, söz konusu ıranın ardışık her kuşakta gizli durumda bulunmakta olması ve sonunda, bilinmeyen elverişli koşullarda ortaya çıkmasıdır. Örneğin, çok seyrek olarak mavi bir yavru veren Mağrip güvercininde, her kuşakta mavi tüylü olmaya gizli bir eğilim bulunması olasıdır. Böyle bir eğilimin çok sayıda kuşaklarda geçerek iletilmesinin soyut olmayasılığı (improbability), tümüyle yararsız ya da güdük organların aynı tarzda iletilmesininkinden daha büyük değildir. Gerçekten, bir güdüklüğü yeniden üretme eğilimi bazen böyle soyaçekilmektedir.

Aynı cinsin bütün türlerinin ortak bir atadan türediği varsayıldığı için, onların ara sıra benzeş bir tarzda değişmesi, öyle ki iki ya da daha çok türün çeşitlerinin birbirine benzemesi, ya da bir türün bir çeşidinin belirli ıralar bakımından başka ve farklı bir türe benzemesi beklenebilir –çünkü, görüşümüze göre, bu bir başka tür yalnızca belirgin ve kararlı bir çeşittir. Ama yalnızca benzeş değişimlerin sonucu olan ıralar belki önemsiz niteliktedir, çünkü görevleri gereği önemli olan bütün ıraların saklanması, türlerin farklı alışkanlıklarına uygun olarak, doğal seçmeyle belirlenir. Bundan başka, aynı cinsin türlerinin arada bir eskiden yitirilmiş ıralara dönüş göstermesi de beklenebilir. Bununla birlikte, doğal bir grubun ortak atasını bilmediğimiz için, ataya dönüşsel (reversionary) ve benzeş ıraları ayırt edemeyiz. Örneğin, köken olan kaya güvercininin paçasızlığını ya da ters yönde çıkmış tüylerden bir hotozu olmadığını bilmeseydik, evcil güvercin ırklarımızdaki bu ıraların ataya dönüş mü, yoksa yalnızca benzeş değişimler mi olup olmadığını söyleyemezdik; ama mavi rengin, bu renkle karşılıklı-ilişkili olarak ortaya çıkan ve belki basit bir değişimle hep birlikte ortaya çıkmayacak olan işaretlere dayanarak, bir atayadönüş olduğunu kestirebilirdik. Özellikle, mavi rengin ve öbür işaretlerin, renkleri farklı ırklar çaprazlanınca sık sık ortaya çıkmasına dayanarak bu sonuca varabilirdik. Bundan ötürü, doğanın etkisinde hangi durumların önceden varolmuş ıralara dönüş ve hangilerinin yeni ama benzeş değişimler olduğu kuşkulu olmakla birlikte, teorimize göre, aynı grubun öbür üyelerinde bugün görülen ıralara bakarak, bir türün değişen dölünü bazen bulmamız gerekir. Ve durum da, kuşkusuz budur.

Değişken türleri ayırt etmenin güçlüğü, büyük ölçüde, aynı cinsin öbür türlerini yansılayan çeşitler yüzündendir. Kendileri ancak kuşkuyla tür sayılabilen iki başka biçim arasında bulunan biçimlerin uzun bir listesini de verebilirim; ve bu, yakın hısım olan bütün bu biçimler bağımsız yaratılmış sayılmadıkça, bir biçimin değişirken öbürlerinin bazı ıralarını aldığını göstermektedir. Ama benzeş değişimlerin en iyi kanıtı, ıraları genellikle değişmez olan, ama ara sıra hısım bir türdeki aynı parçaya ya da organa benzeyecek tarzda değişen parçalarda ya da organlarda görülür. Böyle durumların uzun bir listesini çıkardım; ama burada, daha önce de olduğu gibi, yazık ki bu listeyi verememek durumundayım. Yalnızca şunu yineleyebilirim: Böyle hallerin varlığı kesindir ve bana çok dikkate değer görünmektedir.

Bununla birlikte, gerçekte önemli bir ırayı etkilediği için değil, ama aynı cinsin farklı türlerine kısmen evcilleşmenin ve kısmen doğanın etkisinde ortaya çıktığı için ilginç ve karmaşık bir durumu anmaktan kendimi alamıyorum. Bu, aşağı yukarı kesinlikle, bir ataya-dönüştür. Bazen eşeğin bacaklarında tıpkı yaban eşeğinin (zebra) bacaklarındaki gibi enine ve çok belirgin şeritler bulunmaktadır: Bunların sıpada daha da belirgin olduğu öne sürülmektedir ve yaptığım soruşturmalar bunu doğrulamıştır. Omuzdaki şerit bazen çifttir ve eni ile boyu çok değişkendir. Ak, ama akşın (albino) olmayan bir eşekte, omuzda ve sırtta hiç şerit bulunmadığı bildirilmektedir: ve bu şeritler, koyu renkli eşeklerde bazen çok belirsizdir, ya da tümüyle yitmiştir, Pallas kulanı’nda [atgillerden yabanıl bir tür] çift omuz şeridi görüldüğü söylenmektedir. Bay Blyth, belirgin bir omuz şeridi bulunan bir Equus Hemionus [atgillerden yabanıl bir tür, Kırgız bozkırlarında yaşar] örneği görmüştür, oysa bu türde omuz şeridi yoktur; ve Albay Poole’ın bana bildirdiğine göre, bu türün sıpalarında bacaklar ve belirsiz olarak omuzlar, genellikle şeritlidir. Quagga’da [eskiden Güney Afrika’da yaşamış, artık soyu tükenmiş, zebraya benzer bir yaban eşeği] gövde zebranınki gibi belirgin şeritlidir, ama bacaklarda şerit yoktur; ama Dr. Gray, art bacaklarında zebranınki gibi çok belirgin şeritler bulunan bir örneğin resmini çizmiştir.

Atlara gelince, İngiltere’deki en farklı ırklardan ve bütün donlardan atlarda sırt şeridi örnekleri derledim: Bacaklarda enine şeritlere [tam seki, – ç.] açık doru ve yağız dorularda hiç de seyrek rastlanmamaktadır ve birinde, kestane dorusu bir atta da tam sekiye rastladım: açık doru donlarda belirsiz bir omuz şeridine bazen rastlanmaktadır ve doru bir atta bu şeridin izini gördüm. Oğlum, iki omuzunda da birer çift şerit bulunan doru bir Belçika atını benim için inceledi ve atın resmini çizdi; doru bir Devonshire midillisinde ve benim için resmi özenle çizilmiş ufak bir Welsh midillisinde, ikisinde de, her omuzda üçer paralel şerit olduğunu gördüm.

Hindistan’ın kuzey-batı bölümündeki Kattywar at ırkı genellikle öylesine şeritlidir ki, bu ırkı Hindistan hükümeti için incelemiş olan Albay Poole’dan işittiğime göre, şeritsiz bir at arıkan sayılmamaktadır. Bel hep şeritlidir; bacaklar genellikle sekilidir ve bazen çift ve bazen üçlü omuz şeridi yaygındır; üstelik, yüzün iki yanında da akıtma vardır. Şeritler taylarda çoğu zaman pek belirgindir; ve yaşlı atlarda bazen tümüyle silinmektedir. Albay Poole hem kır hem de doru Kattywar atlarında kulunların şeritli olduğunu görmüştür. Bay W.W. Edwards’ın bana verdiği bilgiye göre İngiliz yarış atlarında sırt şeridi, taylarda, yetişkin atlarda olduğundan daha yaygındır sanırım. Kısa bir süre önce doru bir kısrakla (bir Türkmen aygırı ile bir Flandre kısrağının dölü) doru bir İngiliz yarış aygırından bir kulun aldım; bu kulun bir haftalıkken sağrısında ve alnında çok dar, koyu renkli, zebranınkilere benzer birçok şerit vardı ve bacakları hafif sekiliydi: Bütün bu şeritler kısa zamanda tümüyle yitti. Burada ayrıntılara girmeden şunu söyleyebilirim: Britanya’dan Doğu Çin’e, kuzeyde Norveç’ten Malaya Takımadalarına dek, birçok ülkedeki çok farklı at ırklarında omuz şeridi ve seki örnekleri derledim. Bu şeritler dünyanın her yerinde en çok doru ve yağız doru donlarda ortaya çıkmaktadır; doru terimi, koyu kahverengiden krem rengine dek bir sürü rengi kapsamaktadır.

Bu konuda yazmış olan Albay Hamilton Smith’in farklı at ırklarının farklı köken türlerden türediğine inandığını biliyorum –bunlardan biri, doru olanı, şeritliydi; ve yukarda anılan işaretlerin hepsi doru ata-türle eskiden olmuş çaprazlanmaların sonucudur. Ama bu görüş güvenle reddedilebilir; çünkü iri Belçika koşum atının, Welsh midillisinin, ufacık Norveç atının, ince uzun Kattywar atının vb., yeryüzünün pek uzak kesimlerinde yaşayan bütün bu at ırklarının hepsinin, varsayılmış bir ata-türle çaprazlanmışlığı pek olmayasıdır (improbable).

Şimdi at cinsindeki farklı türlerde çaprazlanmanın etkilerine dönelim. Rollin, eşek ile atın çaprazlanmasından elde edilen bayağı katırın sekili olmaya özellikle eğilimi bulunduğunu bildirmektedir; Bay Gosse’ye göre, Birleşik Amerika’nın belirli kesimlerinde katırların onda dokuzu sekilidir. Gördüğüm bir katırın bacakları öyle sekiliydi ki, hayvanın bir zebra hibriti olduğu düşünülebilirdi; Bay W.C. Martin, at konusundaki değerli yapıtında, ona benzer bir katırın resmini vermiştir. Eşek ve zebra hibritlerinin benim gördüğüm resimlerinde bacaklar vücudun öbür kesimlerinden çok daha belirgin şeritliydi ve onların birinde çift omuz şeridi vardı. Lord Morton’un kestane dorusu bir kısrakla bir quagga aygırından aldığı ünlü hibritte ve hatta aynı kısrağın daha sonra yağız bir Arap aygırından verdiği döllerde, bacaklar arıkan bir quagga’da olduğundan çok daha belirgin sekiliydi. Son olarak, ki bu dikkate değer başka bir durumdur, Dr. Gray’in resmini çizdiği bir eşek ve hemionus hibriti örneği var (Dr. Gray ikinci bir örnek daha bildiğini bana bildirdi); eşeğin bacaklarında bazen seki bulunur ve hemionusta hiç yoktur ve hatta omuz şeridi de bulunmaz, ama bu hibritte bacakların dördü de sekiliydi ve tıpkı şu doru Devonshire ve Welsh midillilerinde olduğu gibi, ve hatta biraz da zebranınkini andıran akıtmaları vardı. Bu son örnekte bir tek renk şeridinin bile söylenegeldiği gibi şansa bağlı olmadığı kanısına kesinlikle vardım; bu eşek ve hemionus hibritindeki akıtmalar, Kattywar ırkında ve çok şeritli atlarda da böyle akıtmalar görülüp görülmediğini Albay Poole’a sormama yol açtı ve aldığım yanıt olumluydu.

Şimdi, bu farklı olgular için ne demeliyiz? At cinsinden olan farklı türlerde, basit bir değişimle bacaklarda zebranınkilere benzer sekiler, ya da omuzlarda bir eşeğinkileri andıran şeritler ortaya çıktığını görmekteyiz. Doru donlu atlarda bu eğilimin her zaman kuvvetli olduğunu görmekteyiz –ve bu don, cinsin öbür türlerinde genellikle rastlanan donlara uygun düşmektedir. Şeritlerin görünüşüne herhangi bir biçim değişmesi ya da yeni bir ıra eklenmemektedir. Şeritli olmaya en kuvvetli eğilimi en farklı türlerden elde edilen hibritlerde görmekteyiz. Şimdi bu hali farklı güvercin ırklarında inceleyelim: Güvercin ırkları belirli şeritleri ve işaretleri olan mavi renkli bir güvercinden (bu, iki ya da üç alt-türü ya da coğrafi ırkı da içerir) türemiştir; ve bir ırkta basit bir değişimle mavi renk ortaya çıkınca, bu şeritler ve öbür işaretler de her zaman görülmektedir; ama biçimlerinde ya da ıralarında herhangi bir değişme olmamaktadır. Farklı renklerdeki en eski ve arıkan ırklar çaprazlanınca, melezlerde mavi renge, şeritlere ve işaretlere kuvvetli bir eğilim görmekteyiz. Çok eski ıraların yeniden ortaya çıkmasını açıklamak için en olası varsayım, ardışık her kuşağın yavrularında çok eskiden yitirilmiş ıraları yeniden göstermeye karşı bir eğilim bulunması ve bu eğilimin bilinmeyen nedenlerden ötürü bazen üstün gelmesidir, demiştim. Ve at cinsinin farklı türlerinde şeritlerin yavrularda yaşlılardan daha belirgin ya da daha sık olarak ortaya çıktığını da gördük. Bazıları yüzyıllardır arıkan yetiştirilmiş güvercin ırklarına tür dersek, bu durum at cinsinin farklı türlerinin durumuna ne denli paralel düşmektedir! Kendi payıma, hiç çekinmeden binlerce ve binlerce kuşak gerilere bakıyorum, ve zebra gibi şeritli, ama belki çok farklı bir yapıda, bir hayvan görüyorum: Bu, evcil atımızın (evcil atımız ister bir, ister daha çok sayıda kökenden gelsin), eşeğin, hemionusun, quagganın ve zebranın ortak atasıdır.

Her at türünün bağımsız yaratıldığına inanan bir kimse, her türün hem evcilleşmenin hem de doğanın etkisinde bu bakımdan değişmeye eğilimli yaratıldığını ve bundan ötürü çoğu zaman cinsin öbür türleri gibi şeritler edindiğini; ve her türün dünyanın başka başka bölgelerinde yaşayan türlerle çaprazlanınca kendi öz atalarınınkilere değil de cinsin öbür türlerininkilere benzer şeritler gösteren hibritler vermeye çok eğilimli yaratıldığını ileri sürecektir, diye düşünüyorum. Bana öyle geliyor ki, bu görüşü benimsemek, gerçek olmayan, ya da hiç değilse bilinmeyen bir neden uğruna bir gerçeği reddetmektir. Bu görüş Tanrının yapıtının küçümsenmesi ve aldatmacasıdır; bu görüşe inansaydım, taşıl kabukluların asla yaşamamış olduğuna, tersine, sahillerde yaşayan kabukluların benzeri olsunlar diye yaratıldığına, eski ve bilgisiz evrendoğumcular (cosmogonist) ile birlikte ben de inanırdım.