Çünkü Yüce Allah’ın şu kavli vardır:
“Onunla beraber zindana iki de delikanlı girdi. Bunlardan biri: ‘Ben ru’yâmda kendimi şarâb sıkıyor gördüm’ dedi. Öbürü de: ‘Ben de ru’yâmda kendimi, başımda ekmek götürüyor, kuşlar da ondan yiyor gördüm’ dedi. ‘Bize bunun ta’bîrini haber ver. Çünkü biz seni iyilik edenlerden görüyoruz’.
Dedi ki: ‘Size rızıklanacağınız bir taam gelecek oldu mu, ben size muhakkak onun ne olduğunu, size gelmezden evvel haber veririm. Bu, Rabb’imin bana öğrettiği ilimlerdendir. Çünkü ben Allah’a inanmaz bir kavmin dînini -ki onlar ahireti inkâr edenlerin tâ kendileridir- terkettim. Atalarım İbrahim’in, İshâk’ın, Ya’kûb’un dînine uydum. Allah’a herhangi birşeyi ortak tutmamız bizim için (doğru) olmaz. Bu (tevhîd) bize ve insanlara Allah’ın lutfu ve inayetidir. Fakat insanların çoğu (buna karşı) şükretmezler.
Ey zindan arkadaşlarım, darmadağınık birçok düzme tanrılar mı hayırlıdır
-Fudayl ibn Iyâd da burada tâbi’lerinden bâzısına şöyle demiştir: Yâ Abdallah!-
Yoksa hepsine ve herşeye Gâlib ve Kahhâr olan bir tek Allah mı? Sizin O’nu bırakıp taptıklarınız kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları kuru adlardan başkası değildir. Allah bunlara hiçbir burhan indirmemiştir. Hüküm Allah’tan başkasının değildir. O, kendisinden gayriye ibâdet etmemenizi emreylemiştir. Doğru din, işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. Ey zindan arkadaşlarım (ru’yâlarınıza gelince): Biriniz efendisine şarâb içirecek, diğeri ise asılıp tepesinden kuşlar yiyecektir, İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz mes’ele (böylece) olup bitmiştir’. Bu ikisinden kurtulacağını bildiği kimseye: ‘Beni efendinin yanında an’ dedi.
Fakat şeytân, efendisine anmayı ona unutturdu da (bu yüzden Yûsuf) daha nice yıllar zindanda kaldı. (Bir gün Mısır) hükümdâr (ı): ‘Ben ru’yâmda yedi zaîf ineğin yemekte olduğu yedi semiz inekle, yedi yeşil başak ve diğer yedi kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler, eğer ru ‘yâ ta’Bir ediyorsanız, benim bu ru’yâmı da çözün’ dedi.
Onlar da: ‘Bunlar karmarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin ta’bîrini bilici kimseler değiliz’ dediler.
Zindandan iki arkadaştan kurtulanı, nice zaman sonra (Yûsuf’u) hatırladı da:
‘Ben size onun ta’bîrini haber vereyim, hemen beni gönderin’ dedi. (Zindana gidip:) ‘Yûsuf, ey çok doğru sözlü: Kedisini yedi arık inek yemekte olan yedi semiz inekle, yedi yeşil başak ve diğer yedi kuru başak hakkında bize bir fetva ver! Ümîd ederim ki, insanlara (isabetli cevâbınla) dönerim. Belki bu suretle onlar (senin yüce kadrini) bilirler!’ dedi.
Yûsuf: ‘Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekin. Yiyeceğiniz az bir mikdâr hâriç olmak üzere, biçtiklerinizi başağında bırakın. Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelecek, (tohumluk için) saklayacağınızdan az bir mikdâr hâriç olmak üzere, önceden biriktirdiklerinizi yiyip götürecek. Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, insanlar onda yağmura kavuşturulacak ve onda sıkıp sağacaklar!’ dedi.
Bunu duyan pâdişâh: ‘Onu bana getirin!’ dedi. Bunun üzerine ona elçi gelince: ‘Efendine dön de, ellerini kesen o kadınların zoru neydi, kendisine sor. Şübhe yok ki, benim Rabb’im, onların fendini hakkıyle bilicidir’ dedi” (Yûsuf: 36-50).
“Veddekere”, “Zekere” fiilinden ifteâle’dir.
“Ümmetin”, “Karnin”dir. “Emetin” şeklinde de okunan bu kelime “Nisyân” ma’nâsınadır.
İbn Abbâs:
“Ya’sırûn”, “Üzümleri ve yağları sıkarsınız”; “Tuhsinûn” “Ekersiniz” ma’nâsınadır, demiştir.
7078 Ebû Hureyre (radıyallahü anh): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer ben zindanda Yûsuf’un kaldığı kadar kalsaydım da sonra bana melik tarafından da’vetçi gelseydi, ben hemen ona icabet ederdim” buyurdu, demiştir.