6918 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Ben Muhâcirler’den birtakım adamlara Kur’ân okutuyordum. Bunlardan biri Abdurrahmân ibn Avf idi. Ben Omer’in yaptığı son haccında Minâ’da Abdurrahmân ibn Avf’in evinde bulunduğum sırada, Abdurrahmân, Omer ibnu’l-Hattâb’ın yanında imiş, oradan evine benim yanıma döndü de şöyle dedi: Eğer sen şu adamı göreydin muhakkak hayret ederdin: Bu gün Emîru’l-Mü’minîn’in yanına bir adam geldi ve:
— Ey Mü’minlerin Emîri! Fulân kişi hakkında ne düşünürsün: O kişi: Eğer Omer ölürse, ben muhakkak fulân kimseye (Talha ibn Ubeydillah’a) bey’at ederim. Vallahi Ebû Bekr’e yapılan bey’at istişâresiz, ansızın birdenbire yapılıp tamam oldu! diye konuşarak bir fitne çıkarmak istedi.
Omer bu sözü işitince çok öfkelendi. Sonra:
— Ben bu akşam üzeri Allah isterse insanların arasında ayağa kalkıp bir hutbe yapacağım da milletin mukadderatını gasbetmek isteyen bu adamları teşhîr ederek, bunların te’vîlâtından insanları sakındıracağım! dedi,
Abdurrahmân dedi ki: Ben de Omer’e:
— Ey Mü’minlerin Emîri! Böyle yapma! Çünkü hacc mevsimi insanların her türlüsünü ve şerr işlerinde sür’atli olanlarını bir araya toplar. Sen hutbe için ayağa kalkacağın zaman, bu kimseler sana yakın bir yerde olmakta diğer insanlara galebe ederler. Ben senin ayağa kalkar da bu konuda bir konuşma yaparsan, bu konuşmayı herbir uçurucunun senden alıp etrafa uçurmasından, onu belleyememeleri ve ma’nâsını anlamamalarından ve o konuşmayı yakışmayacak birtakım yerlere koymalarından endîşe ederim. Onun için sen yavaş ol, Medine’ye dönünceye kadar sabret. Çünkü Medîne hicret ve sünnet yurdudur. Orada Suffa ehli ile, insanların eşrafı ile toplanıp söylemek istediğin şeyleri o topluluğa sağlam olarak söylersin, ilim ehli olanlar senin konuşmanı iyi belleyip anlarlar ve onu uygun yerlerine koyarlar (da fitneyi önlerler), dedim.
Omer teklîfimi kabul edip:
— Dikkat et! Vallahi inşâallah Medîne’ye varıp ayağa kalkarak yapacağım ilk hutbemde bu mes’eleyi muhakkak konuşacağım! dedi,
İbn Abbâs dedi ki: Bizler zu’l-hicce ayının sonunda Medîne’ye geldik. Cumua günü olunca güneş ortadan meylettiği zaman bizler mescide gidişte acele davrandık. Nihayet ben Saîd ibn Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl’i, minberin köşesinin yanında oturmuş olarak bulup, onun etrafına oturdum. Benim dizim onun dizine dokunuyordu. Çok beklemedim, Omer ibnu’l-Hattâb çıktı. Ben onun gelmekte olduğunu görünce Saîd ibn Zeyd ibn Amr ibni Nufeyl’e:
— Omer bu öğleden sonra öyle mühim bir konuşma yapacak ki, halîfe yapıldığı günden beri böyle bir konuşma yapmamıştı! dedim.
Saîd ibn Zeyd benim sözümü kabul etmedi ve:
— Omer’in şimdiye kadar bundan önce söylemediği bir konuşma yapacağını neden ümîd ettin ki! diye bunu uzak saydı.
Omer minber üzerine oturup müezzinler de ezanları okuyup sükût ettikleri zaman ayağa kalktı. Allah’a hamd ve lâyık olduğu yüce sıfatlarla övdükten sonra “Amma ba’du = Sözün bundan sonrasına gelince” deyip şunları söyledi:
— Ben sizlere, Allah’ın benim konuşmamı takdir etmiş olduğu bir konuşma yapacağım: Bilmiyorum, belki bu konuşmam, benim ecelimin önündedir (vefatım yaklaşmış olabilir)! Her kim bu konuşmamı akledip anlar ve onu iyi ezberler ise bineğinin ulaştırdığı her yerde bunu söyleyip yaysın. Akledip kavramıyacağından endîşe eden kimseye gelince, ben hiçbir kimseye benim üzerime yalan söylemesini halâl etmiyorum.
Şübhesiz ki, Allah, Muhammed’i hakk peygamber gönderdi ve O’na Kitâb indirdi. Allah’ın indirdiği şeyler içinde Recm Âyeti de vardı. Bizler o âyeti okuduk, akledip anladık ve iyice ezberledik.
Bunun içindir ki, Rasûlüllah recm etti, O’ndan sonra biz de recm ettik. Ben insanlara zaman uzayıp da bir sözcünün: “Biz Allah’ın Kitâbı’nda recm âyetini bulmuyoruz” demesinden ve Allah’ın indirmiş olduğu bir farizayı terketmeleri suretiyle insanların sapıklığa düşmelerinden endîşe ediyorum. Recm, Allah’ın Kitâbı’nda sabit bir haktır. Bu, erkeklerden ve kadınlardan evlenip de zina eden, zinası da beyyine ile yahut gebelik ile yahut da i’tirâf ile sabit olan kimselere uygulanır.
Sonra bizler Allah’ın Kitâbı’ndan okumakta olduğumuz şeyler içinde: “Babalarınızdan yüz çevirmeyiniz! Şu muhakkaktır ki, sizin babalarınızdan yüz çevirmeniz (babalarınızdan başkalarına mensûbluk iddia etmeniz) sizin küfrünüz, nankörlüğünüzdür -yahut: Sizin babalarınızdan yüz çevirmeniz, muhakkak sizin için bir küfürdür-!” sözleri de vardı!
Dikkat edin! Sonra Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şunu da buyurmuştur: “Sizler beni, Meryem oğlu İsâ ‘nın bâtıl üzere aşırı övülmesi gibi mübalağalı ve aşırı şekilde övmeyiniz. Sizler bana ‘Allah’ın kulu ve Rasûlü’ deyiniz!”
Sonra şu da var ki, içinizden bir sözcü çıkıp: “Vallahi Omer ölürse, ben fulân kimseye bey’at ederim” demektedir. Sakın hiçbir kimse onun “Ebû Bekr’e yapılan bey’at ancak istişâresiz, birdenbire olmuş ve tamamlanmıştır” demesiyle aldanmasın! Dikkat ediniz! Hakîkaten o iş böyle çabuk olmuştur. Lâkin Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur. İçinizden hiçbir kimse kendisine sür’atle gidilmekte develerin boyunlarının kopmasında Ebû Bekr gibi olamaz.
Bundan sonra her kim milletin istişaresi ve re’yi olmaksızın müslümânlardan bir adama bey’at ederse, onun bey’ati kabul olunmaz. O bey’at eden de, bey’at edilen de kendilerini öldürülme tehlikesine atmış olurlar!
Şu da bir hakikattir ki, Allah, Peygamberi’ni vefat ettirdiği zaman bizim de haberimizden şunlar meydana gelmişti: Ensâr cemâati bize muhalefet ettiler ve hepsi Sâide oğulları sakîfesinde toplandılar. Alî ile ez-Zubeyr ve onların beraberinde olanlar da bize muhalefet ettiler. Muhacirler, Ebû Bekr’in yanında toplandılar. Ben Ebû Bekr’e:
— Yâ Ebâ Bekr! Bizi şu Ensâr kardeşlerimizin yanına götür! dedim.
Akabinde bizler onlara ulaşmak isteyerek yola koyulup gittik. Onlara yaklaştığımız zaman, bizleri onlardan iki sâlih adam (Uveymir İbn Sâide ile Ma’n ibn Adiyy) karşıladılar da topluluğun üzerine meyledip ittifak ettikleri görüşü (Sa’d ibn Ubâde’ye bey’ati) bize zikrettiler ve:
— Ey Muhacirler topluluğu! Sizler nereye gitmek istiyorsunuz? dediler.
Biz de onlara:
— Şu Ensâr kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz, dedik. Onlar da bize:
— Ensâr topluluğuna yaklaşmayınız, siz kendi işinizin hükmünü veriniz! dediler.
Ben de onlara:
— Vallahi bizler muhakkak onların yanına gideceğiz! dedim. Ve yürüdük, nihayet Sâide oğulları’nın meşveret ettikleri sakîfede Ensâr cemâatinin yanına vardık.
Bir de baktık ki, onların arasında bir örtüye bürünüp sarınmış bir adam var! Ben:
— Bu kimdir? dedim. Onlar:
— Bu Sa’d ibn Ubâde’dir! dediler. Ben:
— Onun nesi var? dedim. Onlar:
— Sıtma ateşi var! dediler.
Biz birazcık oturduğumuzda onların hatîbi (Sabit ibn Kays ibn Şemmâs) şehâdet kelimelerim söyledi ve Allah’ı lâyık olduğu yüce sıfatlarıyle sena etti. Bundan sonra “Amma ba’du” hitâb fâsılını söyledi ve şöyle devam etti:
— Bizler Allah’ın Ensârı ve İslâm’ın büyük ordusuyuz. Siz Muhacirler cemâati ise Mekke’deki kavminizden bize yürüyüp gelmiş olan bir azınlıksınızdır. Böyle iken şimdi bu azınlık bizi aslımızdan koparmak ve bizleri emirlik işinden dışarıya çıkarmak istiyorlar! dedi.
Omer şöyle dedi: Ensâr’ın hatîbi susunca ben konuşmak istedim. Ben daha evvel, beğendiğim ve Ebû Bekr’in önünde takdîm edip konuşmak istediğim bir makaale (bir hitabe) hazırlamış idim. Ben Ebû Bekr’e ârız olan keskinliğin yani öfkenin bir kısmını ondan def etmeye uğraşıyordum. Ben konuşmak istediğim zaman, Ebû Bekr bana:
— Yavaş ol (yumuşak ve sükûnetli davran)! dedi.
Ben Ebû Bekr’i öfkelendirmek istemedim. Ebû Bekr kendisi konuşmaya başladı. Ebû Bekr öfke sırasında benden daha halîm, daha sükûnetli, hedeflere yönelip ulaşmakta da benden daha vakaarlı idi. Vallahi Ebû Bekr benim hazırlamamda hoşuma giden hiçbirşeyi terketmedi, o konuşmasına başlamasında, doğru olan görüşü belirtmekte benim hazırladığım hitabenin benzeri yahut ondan daha üstün olan bir konuşmayı susuncaya kadar sürdürdü. Bu konuşmasında şunları söyledi:
— (Ey Ensâr topluluğu! Allah’a yemîn ederim ki, bizler sizin fadlınızı, İslâm yolundaki belâlarınızı ve bizim üzerimize vâcib olan hakkınızı inkâr etmiyoruz! -İbn İshâk rivayetinden-) Sizler, kendinizde hayır bulunduğunu zikrettiniz, sizler bu hayrın ehlisiniz. Fakat şu halifelik işi Kureyş’ten olan şu Muhacirler topluluğundan başkasında asla tanınmayacaktır. Bu Kureyş topluluğu neseb ve yurt bakımlarından Arablar’ın ortası, yânı en adaletlisi ve en üstünüdür. Ben sizler için şu iki adamdan birine bey’at etmenizi teklîf edip buna razı olmuşumdur. Şimdi bu ikisinden istediğinize bey’at ediniz! dedi.
Omer dedi ki: Bundan sonra Ebû Bekr, kendisi aramızda oturmakta bulunduğu hâlde benim elimi ve Ebû Ubeyde ibnu’l-Cerrâh’ın elini tuttu. Ben onun söylediklerinden bundan başkasını kerîh görmedim. Vallahi benim öne geçirilip de boynumun vurulması (yânı) bir günâhtan dolayı benim boynumun öne geçirilip de vurulmaya yaklaştırılması, bana içlerinde Ebû Bekr’in mevcûd bulunduğu bir kavme emirlik yapmaklığımdan daha sevimlidir. Ancak ölümüm sırasında şeytânın telkîniyle nefsimin bunu bana süsleyip güzel göstermesi hâli müstesnadır ki, ben şu saatte onu vicdanımda hissetmiyor ve bulmuyorum!
Bu sırada Ensâr’dan bir sözcü (Habbâb ibnu’l-Munzir) şöyle dedi:
— Bizler emirlik ağacının faydalanılacak olan aslıyız, köküyüz (yani uyuz develerin kaşınmaları için ağıllara dikilen ağaç kökleriyiz, hasta develerin o ağaçlarla kaşınıp şifâ buldukları gibi, bu emirlik işi de bizlerle şifâ bulup yaşar). Yine bizler meyveleri düşmesin, kırılmasın diye yapraklarla, dallarla bağlanmış yüklü hurma salkımlarıyız. Biz Ensâr topluluğundan bir emir, sizlerden de bir emir olsun ey Kureyş cemâati! dedi.
Bunun üzerine karışık sözler çoğaldı ve sesler yükseldi, hattâ ben bir ihtilâf çıkmasından korktum da hemen:
— Uzat elini yâ Ebâ Bekr! (Sana bey’at edeyim!) dedim.
O da elini uzattı. Ben de ona bey’at ettim. Benden sonra Muhacirler ve sonra Ensâr Ebû Bekr’e bey’at ettiler. Biz böylece Sa’d ibn Ubâde’ye karşı çabuk davranıp galebe sağlamış olduk. Onlardan bir sözcü:
— Sizler Sa’d ibn Ubâde’yi öldürdünüz, (yani onu yardımsız bırakmak ve kuvvetini gidermek suretiyle onu ölü gibi yaptınız)! dedi.
Omer dedi ki: Bu sözcüye karşı ben:
— (Hilâfet işine mâni’ olmaya çalıştığı için) Allah Sa’d ibn Ubâde’yi öldürsün! dedim.
Bundan sonra Omer o cumua hutbesindeki konuşmasının sonunda şunları tekrar olarak söyledi:
— Bizler o zaman Allah’a yemîn ederim ki, kendisinde hazır bulunup meşgul olduğumuz bu devlet başkanlığı müzâkeresi işinden, Ebû Bekr’e bey’at edilmesi işinden daha kuvvetli hiçbir iş ve meşguliyet bulmadık! Bizler Ensâr topluluğunun bizlerden ayrılıp da topluca bir bey’at olmamasından, bizden sonra onların kendilerinden bir adama bey’at etmelerinden korktuk. Bu takdirde ya bizler razı olmamamıza rağmen onlarla bey’atleşecek, yahut da onlara, muhalefet edecektik. Böylece de büyük bir fesâd olacaktı.
Artık bundan böyle müslümânların istişaresi ve rızâları olmaksızın her kim bir adama bey’at edecek olursa (insanlar tarafından ne o bey’at eden adama, ne de onun bey’at ettiği adama;) ikisinin de öldürülecekleri korkusundan, bey’at olunmayacaktır! (Onun için hiçbir kimse bey’at olunmaya ve kendisi için bey’atin -Ebû Bekr’e vâki’ olduğu gibi- tamam olacağına tama’ etmesin)!.