5246- Bize Ebû’l-Yemân tahdîs etti. Bize Şuayb haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Sevr’den haber verdi ki, Abdullah İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Allahü Taâlâ’nın haklarında “Eğer her ikiniz de Allah ‘a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbleriniz eğrildi… ” (et Tahrîm: 4) buyurduğu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcelerinden ikisinin kim olduğunu Omer ibnu’l-Hattâb’dan sormağa hırslanır dururdum. Tâ ki Omer hacc yaptı, ben de beraberinde hacc ettim. (Yolun bir yerine geldiğimizde) Omer saptı. Ben de onunla beraber bir su kabı ile saptım. Omer halâya gitti. Sonra geldi. Ben onun ellerine o kaptan su döktüm, o da abdest aldı. Bu sırada ben ona:
— Ey Mü’minlerin Emîri! Peygamber’in zevcelerinden o iki kadın kimdir ki, Yüce Allah onlara “Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbleriniz eğrildi…” buyurmuştur? diye sordum.
Omer bana:
— Hayret sana ey Abbâs oğlu! Onlar Hafsa ile Âişe’dir, dedi. Sonra Omer o hadîse yönelip şöyle sevkediyordu: Dedi ki:
— Ben Ensâr’dan bir komşumla Benû Umeyye ibn Zeyd yurdu içinde otururdum. Onlar Medine’nin doğu tarafında Avâlî denilen yüksek yerlerde oturuyorlardı. Biz o komşum ile Medine’ye Peygamber’in yanına inmeyi nevbetleşe yapıyorduk. Bir gün o iniyor, bir gün de ben iniyordum. Ben indiğim zaman o günün vahy haberlerini yahut diğer haberleri ona getirirdim, o indiği zaman da bunun benzerini yapardı. Biz Kureyş topluluğu kadınlara galebe ediyorduk. Ensâr üzerine geldiğimizde bir kavim bulduk ki, kadınları onlara galebe ediyor. Akabinde bizim kadınlarımız da Ensâr kadınlarının edebinden (sîretlerinden huy) almağa başladılar. Bir gün ben karıma karşı bağırdım. O da bana söz döndürüp karşılık verdi. Bana karşılık vermesini hoş görmeyip onu azarladım. Karım:
— Sana söz döndürmemi neye münâsib görmüyorsun? Vallahi Peygamber’in zevceleri bile O’na karşılık veriyorlar ve birisi o gün geceye kadar Peygamber’in yanına uğramıyor! dedi.
Bu sözler beni dehşete düşürdü. Ben kadınıma:
— Onlardan bu işi kim yaparsa muhakkak zarar eder, dedim.
Sonra elbisemi üzerime giyinip Avâlî’den Medîne’ye indim ve Hafsa’nın yanına girdim. Ona:
— Ey Hafsa, sizlerden biriniz Peygamber’i tâ geceye kadar bütün gün boyunca öfkelendiriyor mu? dedim.
— Evet, dedi. Ben de ona:
— Muhakkak perîşân olmuş ve zarar etmişsîndir. Sen Allah’ın, Rasûlü’nün gadabından dolayı gadab etmesi ve helak olmandan emîn misin? Sen Peygamber’den çok şey isteme ve hiçbirşeyde O’na söz döndürme, karşılık verme ve Peygamber’den sakın ayrı kalma! Senin için bir ihtiyâç belirmiş olursa benden iste. Ve sakın arkadaşının Peygamber’e senden daha parlak ve daha sevgili olması da seni aldatmasın! dedim. (Omer bununla Âişe’yi kasdediyor.)
Omer dedi ki:
— Biz o sıra Gassânîler bize gazve yapmak için atlarını nallatıyorlarmış diye haberler alıyorduk. Arkadaşım Ensârî kendi nevbeti gününde Medine’ye indi de yatsı vaktinde bize döndü ve kapımı şiddetli bir vuruşla vurdu. Ve:
— Omer burada mı? dedi.
Ben bu soruştan heyecanlanıp onun yanına doğru çıktım. O;
— Bugün büyük bir iş meydana geldi, dedi. Ben:
— Nedir o? Gassânîler mi geldi? dedim. O:
— Hayır, fakat ondan daha büyük ve daha korkunç! Peygamber kadınlarını boşadı, dedi.
Ben kendi kendime: Hafsa eli boş kaldı ve ziyan etti. Ben bunun yakında olacağını zannediyordum, dedim. Akabinde elbiselerimi üzerime giydim, Peygamber’in beraberinde sabah namazını kıldım. Peygamber kendine âid olan ve meşrube denilen yüksekçe odasına girdi ve orada yalnızlığa çekildi. Ben yine Hafsa’nın yanına girdim. Baktım ki o ağlıyor.
— Seni ağlatan nedir? Ben seni bu işten sakındırmadım mı? Peygamber sizleri boşadı mı? dedim.
Hafsa:
— Bilmiyorum, O, işte tâ şu meşrubede, ayrılıp çekilmiş, dedi. Ben dışarı çıkıp minberin yanına geldim. Gördüm ki, minberinvetrafında bâzıları ağlar bir topluluk var. Ben de onların yanında birazcık oturdum. Sonra vicdanımda hissettiğim duygu bana galebe etti de yine içinde Peygamber’in bulunduğu yüksek odaya geldim. Peygamber’in siyah uşağı Rebâh’a:
— Omer için izin iste! dedim.
Uşak içeri girip Peygamber’le konuştuktan sonra döndü de:
— Peygamber’le konuştum. Seni kendisine zikrettim. Birşey söylemeyip sustu, dedi.
Bunun üzerine ben oradan ayrıldım ve tekrar minberin yanında bulunan toplulukla beraber oturdum. Sonra yine vicdânımdaki duygu bana galebe etti. Varıp uşağa:
— Omer için izin iste! dedim. O içeri girdi, sonra çıktı da:
— Seni Peygamber’e zikrettim, sükût etti, dedi.
Ben tekrar dönüp minber etrafındaki topluluğun yanına oturdum. Sonra hissetmekte olduğum duygu bana galebe etti. Yine uşağa gelip:
— Omer için izin iste, dedim.
İçeri girdi, sonra bana doğru döndü de:
— Seni Peygamber’e zikrettim, sustu, dedi.
Geriye dönüp ayrılırken, bir de baktım ki, uşak beni çağırıyor!
— Peygamber sana izin verdi, dedi.
Akabinde ben Rasûlüllah’ın huzuruna girdim. Baktım ki Rasûlüllah, kendisiyle arasında bir döşek olmadan hasır örgüleri üzerine yan yatmış, bedeninin yan tarafına örgüler iz yapmış, dolgusu hurma lifi olan deriden bir yastık üzerine yaslanmaktadır. Kendisine selâm verdim, sonra daha ben ayakta dikilirken:
— Yâ Rasûlallah! Kadınlarını boşadın mı? dedim. Gözünü bana doğru yükseltti de:
— “Hayır (boşamadım)” buyurdu. Ben:
— Allâhu Ekber! dedikten sonra yine ayakta olduğum hâlde: İzin istiyorum yâ Rasûlallah! Beni gördün ki, biz Kureyş topluluğu kadınlara gâlib bulunuyorduk. Medine’ye geldiğimizde bir kavim bulduk ki, kadınları onlara galebe ediyor! dedim.
Bu sözlerim üzerine Peygamber gülümsedi. Sonra şunları söyledim:
— Yâ Rasûlallah! Beni gördün! Ben Hafsa’nın yanına girdim de ona: Sakın arkadaşının Peygamber’e senden daha parlak ve daha sevgili olması seni aldatmasın, dedim. (Omer bu sözüyle Âişe’yi kasdediyor.)
Peygamber bir daha gülümsedi. Ben O’nun gülümsediğini gördüğüm zaman oturdum. Gözümü kaldırıp odanın içine baktım. Allah’a yemîn ederim ki, evin içinde tabaklanmamış üç deriden başka gözü geri çevirecek hiçbirşey görmedim.
— Yâ Rasûlallah! Allah’a duâ et, ümmetine genişlik versin. Farslar ve Rumlar üzerine genişlik yapılmış; onlar Allah’a ibâdet etmezlerken dünyâ kendilerine verilmiştir, dedim.
Bunu söyleyince Peygamber dayanmışken doğrulup oturdu da:
— “Sen bu dünyâ ni’metleri hakkında mı düşünüyorsun ey Hattâb oğlu! Şübhesiz onlar, tayyibâtları dünyâ hayâtında acele verilmiş olan kavimdir” buyurdu. Bunun üzerine ben:
— Benim için mağfiret isteyiver! dedim.
Hafsa o sözü Âişe’ye açıkladığı zaman, işte o sözden dolayı (yani Peygamber’in Âişe’nin nevbeti gününde Mısırlı Mâriye ile yalnız kalması; Hafsa’nın bunu bilip de Âişe’ye ifşa etmesinden dolayı) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlarından yirmidokuz gece ayrılıp, yalnızlığa çekildi. Peygamber, kadınlarına öfkesinin şiddetinden ve Allah’ın kendisini “Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnûdluğunu arayarak Allah’ın sana halâl kıldığı şeyi niçin (kendine) haram ediyorsun?.,,” (et-Tahrîm: 1) kavliyle azarladığı zaman;
— “Ben kadınların yanına bir ay girecek değilim” demişti. Nihayet yirmidokuz gece geçince Âişe’nin yanına girdi ve onun nevbetine tesadüf ettiği için onunla başladı. Âişe:
— Yâ Rasûlallah, Sen bizim yanımıza bir ay girmiyeceğine yemîn etmiştin. Sen ise bugün benim iyice saymakta olduğum yirmidokuzuncu gecenin sabahına girdin, dedi.
Peygamber:
— “Ay yirmidokuz gecedir. Bu ay da yirmidokuz gece oldu” buyurdu.
Âişe: Bundan sonra Allah, Tahyîr (el-Ahzâb: 28-29) âyetini indirdi de Peygamber, kadınlarından ilk olarak muhayyer kılmaya benimle başladı. Ben de kendisini tercîh ettim. Sonra diğer bütün kadınlarını muhayyer kıldı, onlar da Âişe’nin dediği gibi söylediler