Yüce Allah’ın Şu Kavli:
“Ey îmân edenler, Peygamberin evlerine -yemeğe da’vet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın- girmeyin. Fakat da’vet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu, Peygamber’e eza vermekte, o sizden utanmaktadır. Allah ise hakkı açıklamaktan çekinmez. Bir de onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz vakit perde ardından isteyin. Bu, hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri için daha temizdir.
Sizin Allah’ın Rasûlü’ne eza vermeniz doğru olmaz, kendinden sonra da zevcelerini nikâhla almanız da ebedî caiz değildir. Bu, Allah katında çok büyük bir günâhtır” (Âyet: 53)
Denilir ki “înâhu”, “İdrâkuhu” (ve “Bulûğunu”, yânı “Erişmek vakti gelmek”) ma’nâsınadır. Yine “Enâ, Yenî, Enâten” (“Fe huve ân”) denilir.
“Lealle’s-sâate tekûnu karîben = Belki de o saat yakındır” (eŞ-şûrâ: 17) (Kıyâs olan tâ ile “Karîbeten” demek idi. Müellif buna şöyle cevâb verdi:) Müennes ismin sıfatını vasıf yaptığın zaman “tâ-ı merbuta” ile “Karîbeten” dersin. Onu zaman zarfı (yânı zaman ismi) veya sıfattan bedel, yani sıfatın yerine isim yaptığın zaman ve sıfatı kasdetmediğin zaman ise müennesten “Hâ”yı (yani yuvarlak tâ’yı) çıkarır, “Karîben” dersin. Burada (Şûra Âyeti’nde) zikredilen kelimenin lafzı da böyledir. Onda sıfat irâde etmezsen, erkek ve dişi için lafzında vâhid, tesniye ve cemi’ müsâvî olur (tâ’sız, tesniyesiz ve cemi’siz olur).
4837 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle dedi: Omer ibnu’l-Hattâb (radıyallahü anh) şöyle dedi: Ben:
— Yâ Rasûlallah! Senin yanına hayırlı hayırsız kimseler giriyor, mü’minlerin analarına perde içine girmelerini emretsen! Dedim.
Bu dileğim üzerine Allah, Hicâb Âyeti’ni indirdi