Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismiyle
“İnsanların mallarında artış olsun diye faiz cinsinden verdiğiniz şey, Allah katında artmaz. Allah’ın rızâsını dileyerek verdiğiniz zekât ise, işte sevâblarını kat kat artıranlar onlardır” (Âyet: 39).
“Allah katında artmaz”; bu, ondan daha fazlasını arayarak bir atıyye veren kimse için (bu niyetle verdiği) atıyyede âhiret ecri yoktur, demektir.
Mucâhid şöyle dedi:
“Artık îmân edip de güzel güzel amellerde bulunanlar; işte onlar bir bahçede (yaşayıp) sevinçli olurlar” (Âyet: 15); buradaki “Yuhberûn”, “Yuna’amûn” yani “Ni’metlendirilirler, refahlı kılınırlar” demektir.
“Kim küfrederse, küfrü kendi aleyhinedir. Kim de iyi bir amelde bulunursa, kendileri için hazırlamış olurlar” (Âyet: 44); buradaki “Yemhedûn” “Yatacak yerlerini dümdüz ederler” (yani kabirlerde yahut cennette yatacak yerlerini düzeltip hazırlarlar) dernektir,
“el- Vedk” (Âyet: 48) “Yağmur” ma’nâsınadır. İbn Abbâs, “O, size kendi nefislerinizden bir temsil getirdi; Sizi rızıklandırdığımız şeylerde sağ elinizin mâlik olduğu kölelerden ortaklarınız olmasını ister de bu hususta siz onlarla müsavi olur, onları kendinizi saydığınız gibi sayar mısınız? İşte biz âyetleri, aklını kullanacak bir kavim için böyle açıklarız” (Âyet: 28); bu âyet, Allah’tan başka tapmakta oldukları ilâhlar ve Yüce Allah hakkında indi, demiştir. Nefî’ ma’nâsına olan sorunun cevâbı “Siz onda müsavi olur musunuz?” cümlesidir. Ey efendiler, sizler memlûklerinizden, sizin birbirinize mîrâsçı oluşunuz gibi, onların size mîrâsçı olacaklarından korkarsınız. (Bundan murad üç şeyin de nefyidir: Ortaklığın, müsâvîliğin ve efendilerin kölelerinden korkmalarının nefyidir.)
“Allah’ın reddine asla imkân bulunmayan o gün gelmezden evvel -ki o gün (bütün insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır- yüzünü haydi o dosdoğru dîne çevir” (Âyet: 43). Buradaki “Yasaddaûn” “Yeteferrakûn ( – Ayrılacaklar)” ma’nâsınadır ki, bir bölüğü cennette, bir bölüğü cehennemde olacak, demektir.
“Fasdâ’ bimâ tu’mer” (el-Hıcr: 94), “Şimdi sen ne ile emrolunduysan apaçık bildir…”; buradaki “Isda” “Ifrık” ve “Emdi” (“Açıkla, i’lân et, yürüt, yerine getir, infaz eyle”) ma’nâsınadır.
İbn Abbas’tan başkası:
“Allah sizi bir za’ftan yaratan, sonra diğer bir za’fın ardından kuvvet veren, sonra kuvvetin arkasından da yine za’fa ve ihtiyarlığa getirendir. O, ne dilerse yaratır, O hakkıyle bilendir, kemâliyle kaadirdir” (Âyet: 54); buradaki “Du’f” ve “Da’f” kelimeleri, bir ma’nâya gelen iki lügattir, dedi.
Ve Mucâhid:
“Sonra kötülük eden (ümmet)lerin akıbeti ateş oldu. Çünkü onlar Allah’ın âyetlerini yalanlamışlardı ve onları eğlenceye alıyorlardı” (Âyet: 10), buradaki “es-Sûâ”, kötülük yapanların cezası olan “İsâet’tir, dedi.
4821 Mesrûk şöyle demiştir: Bir adam (Kûfe’nin) Kinde mevkiinde hadîs söylerken (Kur’ân’da zikredilen Duhân (Âyet:10) hakkında:
— Kıyâmet günü bir duman gelecek de kâfirlerin, münafıkların kulaklarını sağır, gözlerini kör edecek, mü’minlere de yalnız nezle hastalığı şeklinde te’sîr edecek, dedi.
Biz bu sözden korktuk da hemen İbn Mes’ûd’a geldik. İbn Mes’ûd birşeye yaslanır hâlde istirahat ediyordu. Bu sözü işitince öfkelendi, hemen toparlanıp oturdu ve:
— Kişi bildiğini söylesin, bilmediği şey hakkında da “Allah en bilendir” desin! Çünkü insanın bilmediği birşey hakkında “Bilmiyorum” demesi de ilimden bir nevi’dir Çünkü Allah, kendi Peygamberi’ne: “De ki: Ben, buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum ve ben size kendiliğimden (birşey) teklif edenlerden de değilim” (Sâd: 86) buyurmuştur (ve bununla hasımlarına karşı tebliğlerinde samimî olduğunu söylemesini emretmiştir).
(Duman mes’elesine gelince, bu, dünyâda cereyan etmiştir. Bu, Kureyş’e âid bir vak’adır; Kindeli’nin sandığı gibi kıyâmete âid değildir.) Şöyle ki: Kureyş müşrikleri İslâm Dîni’ni kabulde ağır davranıp geri kaldılar, bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):
— “Yâ Allah! Yûsuf Peygamber’in kavmi aleyhine verdiğin yedi kıtlık yılı gibi, Kureyş’e de yedi yıl (yokluk azâbı) vererek bana yardım et!” diye duâ etti.
Bu beddua üzerine Kureyş’i şiddetli bir kıtlık yakaladı. O derecede ki, birçokları bu kıtlık içinde açlıktan helak oldu. Ölü etleri ve kemikleri yediler. Aç olan kişi yerle gök arasındaki hava tabakasını (göz zayıflığından, kuraklığın dehşetli sisinden) duman şekli gibi görüyordu. Bu çok ciddî ve şiddetli hâl üzerine Kureyş başkanlarından Ebû Sufyân, Peygamber’e geldi de:
— Yâ Muhammed, sen bize geldin ve hısımlarla ilgilenmeyi emrediyorsun. Kavmin ise açlıktan helak oldular. Artık onlar için duâ et, dedi.
(Peygamber’in duâsıyle kıtlık kalktı.)
ibn Mes’ûd bu sözlerin ardından şu âyetleri okudu: “O hâlde semânın apâşikâr bir duman getireceği günü gözetle. O duman insanları saracaktır. ‘Bu pek yaman bir azâbdır’ (diyecekler): Ey Rabb ‘imiz, bizden bu azâbı açıp kaldır. Çünkü biz îmân edeceğiz! Onlar için düşünüp ibret almak nerede? Kendilerine (hakikatleri) açıklayan bir Rasûl geldiği hâlde. Yine ondan yüz çevirdiler. Ona: Bir öğretilmiş, bir mecnûn’ dediler. Biz bu azâbı biraz açıp kaldıracağız. (Fakat) siz, hiç şübheyok ki tekrar dönecek olanlarsınız” (ed-Duhân: 10-15).
(Bu âyetlerde duhân azabının açılacağı ve açıldığı bildiriliyor. Bu duman, Kindeli’nin dediği gibi âhiret azâbı olsaydı) bu âhiret azâbı bir kerre geldikten sonra Kureyş müşriklerinden kaldırılır mıydı? Kureyş müşrikleri (o kıtlıktan kurtulduktan) sonra yine küfürlerine, şirklerine döndüler. Bu dönekliğin cezasını bildiren Allah’ın şu: “Çok büyük bir şiddet ve savlette kendilerini yakalayacağımız gün, muhakkak ki biz (onlardan) intikaam alıcılarız” (ed-Duhân:16) kavlindeki intikaam günü, Bedir günüdür. (Kindeli’nin sandığı gibi kıyâmet günü değildir. Alınan intikaam da Kureyş’in Bedir’de öldürülmeleridir).
“Lizâmen” (el-Furkaan:77) ile murad da yine Bedir günüdür (müşriklerin Bedir’de esîr olmalarıdır). “Elîf. Lâm. Mîm. Rumlar mağlûb oldu. Yakın bir yerde. Halbuki onlar bu yenilmelerinin ardından gâlib olacaklar” (Âyet: 1- 4)