”Bir fitne kalmayıncaya ve din tamâmiyle Allah’ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin… ” (Âyet: 39)
4696 Bize Hayve ibn Şurayh, Bekr ibn Amr’dan; o da Bukeyr ibn Abdillah’tan; o da Nâfi’den şöyle tahdîs etti: Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) ‘e bir adam geldi de:
— Yâ Ebâ Abdirrahmân! Allah’ın kendi Kitâb’ında zikrettiği şu âyeti işitmiyor musun: “Eğer mü’minlerden iki zümre birbiriyle döğüşürlerse, aralarını bulup barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı hâlâ tecâvüz ediyorsa, siz o tecâvüz edenle, Allah ‘ın emrine dönünceye kadar savaşın… ” (d-Hucurât:9) buyuruyor. Allah’ın kendi Kitâb’ında zikrettiği gibi, müslümânlar arasındaki harbe katılıp kıtal yapmandan seni nasıl bir düşünce men’ etti? Diye sordu.
İbn Omer de:
— Ey kardeşim oğlu! Okuduğun bu âyeti delîl edinip harbetmektense Yüce Allah’ın, içinde büyük tehdîdler buyurmakta olduğu şu âyeti delîl getirip onunla amel etmem, bana daha sevimlidir: “Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah ona gazâb etmiştir, ona la’net etmiştir ve ona çok büyük bir azâb hazırlamıştır” (en-Nisâ:92), dedi.
İbn Omer’in bu sözü üzerine o Haricî zât:
— Şübhesiz ki Allah: “Bir fitne kalmayıncaya ve dîn tamâmıyle Allah’ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin…” buyuruyor, dedi
İbn Omer de:
— Biz Rasûlüllah zamanında müslümânlar henüz az iken o harbi müşriklere karşı yapmışızdır (yoksa müslümânlar birbirlerine karşı değil). O zaman kişi dîni hususunda fitneye, musîbete uğratılır, baskı yapılırdı: Müşrikler ya onu öldürürler yahut da onu sımsıkı bağlarlardı. Nihayet müslümânlar çoğaldı, artık hiçbir fitne kalmadı, dedi.
O Haricî genç, ibn Omer’in, onun istemekte olduğu kıtal hususunda kendisiyle uyuşmaz olduğunu görünce (konuyu değiştirip):
— (Hâricîler’in “Hatâ etti” dedikleri) Alî ve Usmân hakkındaki görüşün nedir? dedi.
İbn Omer:
— Alî ve Usmân hakkındaki görüşüme gelince: Allah Usmân’ı affetmiştir. Fakat siz onu affetmeyi istemediniz. (Usmân Bedir’de bulunmadı, Uhud’dan kaçtı, Rıdvan Bey’atı’nda yoktu dersiniz. Bedir sırasında Peygamber’in kızı olan eşi hasta idi. Rasûlüllah ona izin verdi; Uhud’da ordunun bozulması sırasında Usmân da bir tarafa çekilmişti; Rıdvan Bey’atı’nda ise Rasûlüllah onu vazîfe ile Mekke’ye göndermişti.) Alî’ye gelince: O, Rasûlüllah’ın amcasının oğlu ve kızının kocasıdır -eliyle Fâtıma’nın mezarına işaret ederek:- ve işte şu, Peygamber’in kızıdır; yahut: O’nun kızı, görüp durduğunuz şu yerdedir, dedi.