4152 Bize Saîd ibnu Mînâ haber verip şöyle dedi: Ben Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh)’tan işittim, şöyle dedi: Ben hendek kazıldığı zaman Peygamber’de açlıktan dolayı şiddetli bir karın çekkinliği gördüm. Hemen kadınımın yanına döndüm de:
— Yamnda yiyecek birşey var mı? Çünkü ben Rasûlüllah’ta şiddetli bir karın boşluğu ve çekikliği gördüm, dedim.
O bana içinde bir sâ’ arpa bulunan bir dağarcık çıkardı. Bizim bir besi oğlağımız vardı. Ben onu kestim. Kadınım da o arpayı öğüttü. O arpa öğütmeyi, benim oğlağı kesip ayrılmamla beraber bitirdi. Ben oğlağın etini parçalayıp, çömleğinin içine koydum. Sonra Rasûlüllah’ın yanına döndüm. Karım Suheyle, benim Rasûlüllah’a dönüşümün akabinde:
— Beni Rasûlüllah ve beraberindekilerle mahcûb etme! dedi. Ben akabinde Rasûlüllah’a geldim ve O’na gizlice:
— Yâ Rasûlallah! Biz bir oğlağımızı kestik, yanımızda bulunan bir sâ’ arpayı da öğüttük; Sen ve beraberindeki on kadar insanla bize buyur gel, dedim.
Bu teklifim üzerine Peygamber bağırıp:
— “Ey hendek ahâlîsi! Câbir ziyafet yemeği yapmıştır. Çabuk geliniz!” buyurdu.
Akabinde Câbir’e de:
— “Ben size gelinceye kadar çömleğinizi tandırdan indirmeyin, hamurunuzu da ekmek yapmayın” diye tenbîh etti.
Câbir dedi ki: Ben eve geldim, Rasûlüllah da geldi. İnsanlar da ilerliyorlardı. Ben karımın yanına geldim. Karım gelen insanların çokluğunu ve yemeğin azlığını görünce, bana:
— Allah sana iyilik versin, Allah sana şöyle böyle yapsın! Dedi. Ben de ona:
— Ben senin: Yemeğin azlığını Rasûlüllah’a haber ver de beni rüsvây etme, dediğini yaptım, dedim.
Akabinde karım, Peygambere hamuru çıkardı. Peygamber onun içine ağzının suyundan attı da hamura bereket duası yaptı. Sonra da et çömleğine yöneldi, onun içine de ağız suyu attı ve bereket duası etti. Sonra:
— “Ekmek pişirici bir kadın çağır da benimle beraber pişirsin, sen de çömleğinizden kepçe ile et çıkar ve sakın çömleği tandır taşlarının üzerinden aşağıya indirmeyiniz” buyurdu.
Oradaki topluluk bin kişi idi. Allah’a yemîn ederim ki onların hepsi yediler, yemeği bırakıp yemekten ayrıldılar; bizim et çömleğimiz olduğu gibi dopdolu idi, hamurumuz da olduğu gibi hiç eksilmeden hâlâ ekmek yapılır hâldeydi.