3932 Ma’mer ibn Râşid, ez-Zuhrî’den; o da Saîd ibnu’l-Müseyyeb’den haber verdi ki, babası Müseyyeb ibn Hazen (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ebû Tâlib’e ölüm alâmetleri geldiği zaman, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun yanına girdi. Ebû Tâlib’in yanında Ebû Cehl (ve Abdullah ibn Ebî Umeyye) bulunuyordu. Peygamber:
— “Ey amca! Lâ ilahe ille’llah kelimesini söyle ki, ben Allah’ın yanında bununla senin lehine hüccet getirip şefaat edeyim” dedi.
Ebû Cehl ile Abdullah ibnu Ebî Umeyye:
— Yâ Ebâ Tâlib! Abdulmuttalib milletinden yüz mü çeviriyorsun? dediler.
(Peygamber tevhîd kelimesini arza devam ettikçe) onlar da o sözlerini söylemekte devam ediyorlardı. Nihayet Ebû Talîb’in bunlara söylediği son söz:
— Ben, Abdulmuttalib milleti üzereyim, demek oldu. Bunun üzerine Peygamber:
— “Ben Allah tarafından nehyolunmadığım müddetçe senin için muhakkak mağfiret isteyeceğim” dedi.
Bunun üzerine de şu âyetler inmiştir:
“Müşriklerin o çılgın ateşin yârânı (cehennemlik) oldukları muhakkak meydana çıktıktan sonra, artık onların lehine, velev hısım olsunlar, ne Peygamber’in, ne de mü’min olanların istiğfar etmeleri doğru değildir” (et-Tevbe: 113)
“Hakikat sen, her sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah’tır ki, kimi dilerse ona hidâyet verir ve O, hidâyete erecekleri daha iyi bilendir” (el-Kasas: 56).