“Mûsâ ile otuz gece sözleştik ve ona bir on gece daha kattık. Bu suretle Rabb ‘inin tayîn buyurduğu vakit kırk gece olarak tamamlandı, Mûsâ, kardeşi Harûn ‘a dedi ki: ‘Kavminin içinde benim yerime geç, ıslâh et, fesâdcıların yoluna uyma!’ Vaktâ ki Mûsâ ta’yîn ettiğimiz vakitte geldi, Rabb’i O’na ilâhî sözünü söyledi. Mûsâ dedi ki: ‘Rabb’im, göster bana, Seni göreyim!’ buyurdu: ‘Beni katiyyen göremezsin. Fakat şu dağa bak. Eğer o, yerinde durabilirse sen de beni görürsün. Derken Rabb’i o dağa tecellî edince, onu paramparça ediverdi. Mûsâ da baygın yere düştü. Ayılınca dedi ki: Seni tenzih ederim. Tevbe ettim sana. Ben îmân edenlerin ilkiyim” (el Araf: 142-144).
Şöyle denilir: “Dekkehû”, “Zelzelehû” yânı “Onu salladı”; “Ve humileti’l-ardu ve’l-cibâlu fe duketâ dekketen vâhideten” = “Yerle dağlar yerlerinden kaldırılıp birbirine bir çarpışla hepsi toz hâline geldi” (el-Hâkkaa: 14), yâni cem’ ile “Dukıkne” demedi. Çünkü “Dağlar” cemi’ hükmündedir; “Arz” da cemi’ hükmündedir.
Lâkin Allah dağları birşey kıldı da bunun için tesniye ile “Fe dukketâ” denildi. Nitekim Azîz ve Celîl Allah
“Kânetâ” da tesniye ile “Enne’s-semâvâti vel-arda kânetâ ratkan” (el-Enbiyâ: 30) buyurdu da kaaideye göre cemi’ ile “Kunne ratkan” demedi. Bunlardan herbirini tekbirşey kıldı. “Ratkan”, “Multesıkateyni” yani “Birbirine bitişik iki şey” demektir. “Küfürlerine binâen özlerine buzağı içirilmişti” (el Bakara: 93) “Sevbun müşerrabun” denilir ki,
“Boyanmış kumaş” demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir:
“İnbeceset” (el-A’râf; 160) “Fışkırdı” demektir. “Ve iz nataknâl-cebele fevkahum” (el-A’râf: 171) da “Nataknâ”, “Rafa’nâ”, yani “Kaldırdık” demektir.
3434 Yahya ibn Umâre’den; o da Ebû Saîd (radıyallahü anh)’den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar kıyâmet gününde bayılıp yere düşecekler, (ben de bayılacağım). Fakat ben ayılanların ilki olurum. Bir de bakarım ki, Mûsâ Arş’ın ayaklarından birine tutunmuş duruyor. Benden evvel mi ayıldı yahut Tûr’daki bayılması ile mi cezalandırıldı, bilemiyorum”.