3059 el-Berâ ibnu Âzib (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensâr’dan birtakım kimseleri Yahûdî Ebû Râfi’e doğru, onu öldürmeleri için gönderdi. O topluluktan bir adam-gidip onların kalelerinin içine girdi. Bu içeriye giren, Abdullah ibn Atîk dedi ki: Ben onların hayvan ahırına girdim. Dedi ki: Onlar kalenin kapısını kilitlediler. Sonra onlar kendilerine âid bir eşeği kaybettiler de onu aramak üzere dışarı çıktılar. Ben de çıkanların arasında çıktım ve kendimi onlara, onlarla beraber o eşeği arıyorum gösteriyordum. Sonunda eşeği buldular ve içeriye girdiler; ben de girdim. Onlar geceleyin kale kapısını kapattılar da anahtarları benim görmekte olduğum yerdeki bir duvar deliği içine koydular. Onlar uyudukları zaman ben anahtarları aldım ve (Ebû Râfi’in bulunduğu) kale kapısını açtım. Sonra (karanlıkta) Ebû Râfi’in odasına girdim de:
—Yâ Ebâ Râfi’! diye seslendim.
Bana cevâb verdi. Ben de karanlıkta sesin geldiği tarafa yaklaştım, ona kılıçla vurdum. Ebû Râfi’ haykırdı. Ben hemen odadan dışarı çıktım. Kısa bir zaman sonra geldim, sonra imdâd isteyici imişim gibi yanına döndüm de sesimi değiştirerek:
— Yâ Ebâ Râfi’! dedim. O:
— Neyin var, anan cehenneme! dedi. Ben:
— Hâlin nedir? dedim. O:
— Bilmiyorum, birisi (senden önce) yanıma girdi ve beni vurdu, dedi.
(Abdullah ibn Atîk) dedi ki: Ben kılıcımın keskin ucunu onun karnına koydum da üzerine, kemiğe dayanıncaya kadar yüklenip sapladım. Sonra dehşetli bir hâlde dışarı çıktım. Hemen aşağıya inmek için onlara âid bir kale merdivenine geldim. Merdivenden düştüm, ayağım sakatlandı. Akabinde ben arkadaşlarımın yanına çıkıp vardım da:
— Ben bu adamın ölüm i’lâncısının sesini işitmedikçe buradan gitmeyeceğim, dedim. Çok beklemedim, nihayet, Hicaz ahâlîsinin taciri Ebû Râfi’in ölümü i’lânlarını işittim.
Abdullah ibn Atîk dedi ki: Ben kendimde bir rahatsızlık olmayarak kalktım, nihayet arkadaşlarımla Peygamber’e geldik ve Ebû Râfi’in ölümünü kendisine haber verdik.