İnsanların oradaki bu eşitlikleri, Yüce Allah’ın şu kavlinden dolayıdır:
“Hakikat o küfr edenler, o Allah’ın yolundan ve kendisinde (kendisini ziyarette) yerli, misafir bütün insanları musâvi kıldığımız Mescidi Haram ‘dan alıkoymakta olanlar… Kim orada zulm ile ilhâda yeltenirse biz ona pek acıklı bir azâb taddırırız” (el-Hacc: 25)
Bu âyetteki “el-Bâdi”, “et-Târî” yâni misafir; Ma’kûfen” (el-Feth: 25) de “Mahbûsen” ma’nâsınadır .
1613 Usâme ibn Zeyd (radıyallahü anh)’den, Usâme:
— Yâ Rasûlallah! Yarın Mekke’de nereye ineceksin, kendi evine mi? diye sormuştur.
Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):
— “Akîl burada evlerden yâhud yurdlardan birşey bıraktı mı?” buyurdu.
(radıyallahü anhâvî bunu tefsir ederek dedi ki:) Akîl ve kardeşi Tâlib, Ebû Tâlib’e mîrâsçı oldular. Halbuki Ca’fer ile Alî (radıyallahü anh), Ebû Tâlib’e mirasçı olmadılar. Çünkü Ca’fer ile Alî müslümân idiler. Akîl ile Tâlib ise kâfir idiler .
Umer ibnu’l-Hattâb (radıyallahü anh): Mü’min, kâfire vâris olmaz, der idi .
İbn Şihâb da şöyle dedi: Selef âlimleri Yüce Allah’ın şu âyetindeki velayeti, mîrâs velayeti ile tefsîr ederlerdi: “Îmân edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyle, canlarıyle cihâdda bulunanlar, (muhacirleri) barındırıp yardım edenler, işte onlar biribirlerinin (mîrâsta) velîleridirler. Îmân getirip de hicret etmeyenlere ise, hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlara hiçbirşey ile velayetiniz yoktur. (Bununla beraber) eğer onlar dîn hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üstünüze borçtur. Şu kadar ki, sizinle aralarında muahede bulunan bir kavm aleyhinde değil. Allah yapacaklarınızı hakkıyle görücüdür” (el-Enfâl: 72) .