Bu iki hususun mekruh kılındığı hadîsini Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) rivayet etti.
1381 Omer ibnu’l-Hattâb (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Abdullah ibnu Ubeyy ibn Selûl öldüğü zaman, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun cenazesine namazını kıldırması için çağırıldı. Rasûlüllah kalkıp dikilince ben O’na doğru sıçrayıp fırladım da: Yâ Rasûlallah! Abdullah ibn Ubeyy üzerine cenaze namazı kılacak mısın? Halbuki o, şu, şu, şu ve şu günlerde şöyle şöyle demişti diyerek, Rasûlüllah hakkındaki çirkin sözlerini teker teker sayıyordum. Rasûlüllah gülümsedi de: “Benden geriye çekil yâ Omer!” buyurdu. Ben kendisine karşı sözü çoğaltınca: “Ben muhayyer kılındım da istiğfar etmeyi tercih ettim. Eğer ben yetmişten fazla istiğfar ettiğim takdirde ona mağfiret edileceğini bilir olaydım, muhakkak yetmiş defadan ziyâde mağfiret isterdim” buyurdu. Omer dedi ki: Akabinde Rasûlüllah, Abdullah ibn Ubeyy üzerine namaz kıldı, sonra döndü. Ancak az bir zaman ikaamet etmişti ki, nihayet Berâe sûresinden iki âyet indi: “Onlardan ölen hiçbir kimseye ebedî duâ etme, (defn veya ziyaret için) kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Rasûlü’nü inkâr ile kâfir oldular; onlar fasıklar olarak öldüler” (et-Tevbe: 84). Omer: Ben sonra Rasûlüllah’a karşı olan o günkü cür’etimden dolayı hayret ettim, Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, demiştir.