İbn Abbâs şöyle dedi:
Bana Ebû Sufyân uzun Hırakl hadîsinde tahdîs etti ki, Ebû Sufyân (Hırakl’a karşı, Peygamber’i kasdederek): O bize namaz kılmayı, doğru olup doğru söylemeyi ve iffetli olmayı (yani haramlardan, çirkin şeylerden çekinmeyi) emretmektedir, demiştir
350 Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ebû Zerr, Rasûlüllah’ın (Mi’râc kıssasını) şöyle haber verdiğini tahdîs ederdi:
“Ben, Mekke’de iken evimin tavanı (ansızın) yarıldı. Cibril aleyhi’s-selâm indi. Göğsümü yardıktan sonra onu zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve îmân ile dopdolu olan ahundan bir leğen getirdi de onu göğsümün içine boşalttı ve göğsümü kapattı. Sonra elimden tutup beni dünyâ semâya doğru çıkardı. Dünyâ semâya (yânı yere en yakın olan semâya) vardığımda Cibril, o semânın bekçisine:
— Aç, dedi. Bekçi:
— Kimdir o? dedi.
— Cibril’dir, dedi.
— Beraberinde kimse var mı? Dedi.
— Beraberimde Muhammed vardır, dedi.
— O’na (gelsin diye) haber gönderildi mi? dedi.
— Evet, dedi. .
Kapı açılınca dünyâ semânın üstüne çıktık. Bir de gördüm ki bir kimse oturmuş, sağ tarafında bir takım karaltılar, sol tarafında da bir takım karaltılar var. O kimse sağ tarafına baktığında gülüyor, sol tarafına baktığında ağlıyor. O zât:
— Merhaba (yani hoş geldin) sâlih Peygamber, hoş geldin sâlih oğul, dedi.
Ben Cibril’e:
— Bu kim? diye sordum.
— Bu, Âdem Peygamber’dir. Sağında, solunda olan bu karaltılar da çocuklarının ruhlarıdır. Sağında olanları cennetlikler, sol tarafında olan bu karaltılar da cehennemliklerdir. Sağına bakınca güler, sol tarafına bakınca ağlar, dedi.
Derken Cibril beni ikinci semâya doğru çıkardı. Oranın bekçisine de:
— Aç, dedi.
Oranın bekçisi de evvelkinin söyledikleri gibi söyledi de kapıyı açtı.”
Enes der ki: Ebû Zerr, Rasûlüllah’ın semâlarda Âdem, İdrîs, Mûsâ, İsâ ve İbrâhîm’i -Allah’ın salavâtı üzerlerine olsun- bulduğunu söyledi ise de, onlardan her birilerinin menzillerinin nasıl olduğunu tesbît etmedi; yalnız Âdem’i dünyâ semâsında, İbrâhîm’i altıncı semâda bulmuş olduğunu söyledi. Yine Enes der ki. Cibrîl, Peygamber ile birlikte İdrîs’e uğradıklarında, İdrîs aleyhi’s-selâm:
— Hoş geldin sâlih Peygamber, hoş geldin sâlih kardeş, demiş. Peygamber buyurmuş ki:
— “Bu kim? diye sordum. Cibrîl:
— Bu, İdrîs’dir, dedi. Sonra Musa’ya uğradım. Oda:
— Hoş geldin sâlih Peygamber, hoş geldin sâlih kardeş, dedi.
— Bu kim? dedim.
Cibrîl:
— Bu, Musa’dır, dedi.
Sonra îsâ’ya uğradım. O da:
— Hoş geldin sâlih kardeş, hoş geldin sâlih Peygamber, dedi.
— Bu kim? dedim. Cibrîl:
— Bu, isa’dır, dedi. Sonra İbrahim’e uğradım.
— Hoş geldin sâlih Peygamber, hoş geldin sâlih oğul, dedi.
— Bu kim, dedim. Cibrîl:
— Bu, İbrahim aleyhi’s-selâmdır, dedi.”
İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Ebû Bekr ibnu Hazm haber verdi ki: İbn Abbâs ile Ebû Habbe el-Ensârî şöyle derler idi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi:
“Sonra ben çok yükseklere çıkarıldım, nihayet kalemlerin cızırtılarını işittiğim yüksek bir yere çıktım”.
Yine İbn Hazm ile Enes ibn Mâlik şöyle demişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
” (O zaman) Allah, ümmetime elli namaz farz etti. Bu farzı yüklenerek döndüm. Derken Musa’ya rast geldim. Mûsâ:
— Allah ümmetine neyi farz etti? Diye sordu.
— Elli namaz farz etti, dedim.
— Rabb’ına dön, çünkü senin ümmetin buna takat getiremez, dedi.
Müracaat ettim. Allah bir kısmını indirdi. Ben yine Musa’nın yanına dönüp:
— Bir kısmını indirdi, dedim. O yine:
— Rabb’ına müracaat et, çünkü senin ümmetin takat getiremez, dedi.
Bir daha müracaat ettim. Allah bir kısmını daha indirdi. Musa’nın yanına yine döndüm. O yine:
— Rabb’ına dön. Zîrâ ümmetin buna takat getirmez, dedi. Bunun üzerine tekrar Allah’a müracaat ettim. Allah:
— “Onlar beştir ve yine onlar ellidir. Benim nezdimde söz tebdil olunamaz” buyurdu.
Musa’nın yanına döndüm. O yine:
— Rabb’ına müracaat et, dedi. Ben de:
— Rabb’ımdan utanır oldum, dedim.
Sonra Cibril beni tâ Sidretu’l-Müntehâ’ya varıncaya kadar birlikte götürdü. Sidre’yi öyle acîb renkler kaplamıştı ki, onlar nedir bilemem. Sonra cennete girdirildim ki içinde birçok inci dizileri vardı, toprağı da misk idi.”