"Enter"a basıp içeriğe geçin

Buhari 345

Hasen el-Basrî: Kişiye, hades yapmadığı müddetçe (bir) teyemmüm kâfî gelir, demiştir.. İbn Abbâs, kendisi teyemmümlü olduğu hâlde (abdestli kimselere) imâm olmuştur..

Yahya ibn Saîd: Toprağı çorak ve tuzlu yer üzerinde namaz kılmakta ve böyle yerle teyemmüm etmekte be’s yoktur, demiştir.

345 Bize Ebû Racâ el-Utâridî, İmrân ibn Husayn’den tahdîs etti. İmrân şöyle demiştir:

Biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yolculuk ediyorduk. Geceleyin yürüdük. Nihayet gecenin sonunda olduğumuz zaman öyle bir düşüş düştük ki, yolcu için bundan daha tatlı bir düşüş olamaz. Bizi güneşin sıcağından başka uyandıran olmadı. İlk uyanan fulânca, sonra fulânca, daha sonra fulânca oldu. -Uyananların isimlerini râvî Ebû Raca el-Utâridî söylüyordu, diğer râvî Avf el-A’rabî unutmuştur. Sonra Omer ibnu’l-Hattâb dördüncü olarak uyandı.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) uyuduğu zaman, kendiliğinden uyanmadıkça biz O’nu uyandırmazdık. Çünkü bizler, uykusunda kendisine ne hâdis olacağını bilemezdik. Omer -ki kuvvetli ve salâbetli bir adam idi- uyanıp da, herkesin başına geleni görünce tekbîr almaya, hem de yüksek sesle tekbîr almaya başladı. Böyle tekbîr almaktan vazgeçmedi. Yüksek sesle tekbîr ala ala nihayet onun sesinden dolayı Peygamber uyandı. Uyanınca, sahâbîler başlarına gelen işi O’na arz ettiler. Rasülullah:

“Zarar yok” yahut “Zarar vermez, hareket ediniz”‘buyurdu. Akabinde kendisi hareket etti ve pek de uzak olmayan bir yere kadar yürüdükten sonra, konak etti ve abdest suyu istedi. Abdest aldı, namaz için nida edildi. Kendisi insanlara namaz kıldırdı. Namazından yüzünü döndürünce baktı ki, bir kimse ayrıca bir kenara çekilmiş, cemâatle beraber namazını kılmamış.

“Yâ Fulân, cemâatle beraber namaz kılmana mâni olan nedir?” diye sordu. O da:

Bana cünüblük isabet etti, su da yok, dedi. “Yeryüzündeki toprağa bak, o sana yeter” buyurdu. Ondan sonra Peygamber yürüdü. Bir müddet sonra insanlar kendisine susuzluktan şikâyet ettiler. Peygamber konak etti. Fulânı -ki Ebû Raca ismini söylediği hâlde diğer râvî Avf unutmuştur- çağırdı. Alî’yi de çağırdı.

“Gidin, su arayın” emrini verdi. İkisi gittiler. Nihayet devesi üstünde iki büyük kırba yahut iki tulum arasına oturmuş bir kadına rast geldiler. Kadına: Su nerede? diye sordular. Kadın: Dün bu saatte suyun başında idim, adamlarımız yolcudurlar, bizi arkada bıraktılar, dedi. Öyle ise yürü, dediler. Kadın: Nereye? dedi. Allah’ın Rasûlü’nün yanına, dediler. Şu Sâbiî denilen adamın yanına mı? diye sordu. O senin kasdettiğin zâtın yanına; haydi yürü, dediler. İkisi o kadını Peygamber’in yanına getirdiler ve hâdiseyi O’na anlattılar. Râvî der ki: Kadını devesinden indirdiler. Peygamber bir kap istedi. Her iki büyük kırbanın yahut iki tulumun ağızlarından o kabın içine su boşaltıp, ağızlarını bağladı. Öteki taraflarındaki ağızlarını açtı.

“Gelin, (hayvanlarınızı) suvarın ve (kendiniz için) su alın” diye insanlara nida olundu. Bunun üzerine isteyen hayvanını suladı, isteyen kendisi için su aldı. En sonunda da Rasûlüllah, kendisine cünüblük isabet eden kimseye bir kap su verip:

“Git üstüne dök” buyurdu. O kadın ayakta, suyunu nasıl kullandıklarına bakıp duruyordu. Allah’a yemîn ederim ki, artık su alınmaktan vazgeçildi de hâlâ kırbalar bize, işe başlamadan evvelki zamandan daha dolu görünüyorlardı. Peygamber:

“Kadın için bir şeyler toplayın” diye emretti. Onun için Medîne’nin en iyi hurmasından, undan, sevîkten bir haylî şey topladılar, hattâ ona birçok da buğday topladılar. Bunların hepsini çuval kabilinden bir bez içine koydular. Kadını devesine yükleyip, çuvalı da kucağına yerleştirdiler. Rasûlüllah kadına: “Görüyorsun ki, senin suyundan hiçbir şey eksiltmedik, lâkin bize su verip suya kandıran Allah’tır” buyurdu.

Kadın, kendi kabîlesinin yanına (bu işten dolayı) gecikmiş olarak gitti. Onlar: Yâ Fulâne, seni (yolundan) alıkoyan nedir? diye sordular. Kadın: Şaşılacak şey, bana iki kimse rast geldi. Beni Sâbi’ denilen şu adamın yanına götürdüler. O da şöyle etti, böyle etti, Allah’a yemîn ederim ki bu adam -bunu söylerken de orta ve şahadet parmaklarını göğe doğru kaldırıp, semâ ile arzı kasdederek- ya şununla bunun arasındakilerin en sihirbazıdır, yahut da Allah’ın Rasûlü’dür, dedi.

Bundan sonra müslümânlar o kadının bulunduğu yerin etrafındaki müşrikler üzerine baskın yaptıkları vakitlerde, onun mensûb olduğu obaya ilişmezlerdi. Bir gün kadın kendi obasına: Zannediyorum ki, bu adamlar size, bilerek (ve benden dolayı) ilişmiyorlar. İslâm’a girmek işinize gelir mi? dedi. Kavmi kadına itaat edip, İslâm’a girdiler.

Ebû Abdillah el-Buhârî: Sabee, bir dînden çıkıp diğer bir dîne nakletmektir, dedi. Ve Ebû’l-Âliye (Rafı’ ibn Mihrân er-Rıyâhî): es-Sâbiîn (Bakara: 62, Hacc: 17), ehli kitâbdan bir fırkadır, Zebur okurlar demiştir.