Ve Allah’ın şu kavli: “Halbuki onlar Allah’a, O’nun dininde ihlâs erbabı muvahhidler olarak ibâdet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkasıyle emrolunmamışlardı. En doğru dîn de bu idi” (Beyyine: 98/5)
46 Bana Mâlik ibn Enes, amucası Ebû Süheyl ibn Mâlik’ten, o da babası Mâlik ibn Ebî Âmir’den tahdîs etti ki, o, Talha ibn Ubeydillah (radıyallahü anh)’dan şöyle derken işitmiştir: Necd ahâlîsinden saçı darmadığınık (fakîr) bir kimse Rasûlüllah’a geldi. Uzaktan sesini karmakarışık duyuyor, fakat ne söylediğini anlayamıyorduk. Nihayet yaklaştı; meğer İslâm’ın ne olduğunu soruyormuş. Bu suâle karşı Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
– Bir gün bir gece içinde beş namaz, buyurdu. O zât:
– Üzerimde bu namazlardan başkası da olacak mı? diye sordu.
– Hayır, meğer ki kendiliğinden kılasın, buyurdu. Ondan sonra Rasûlüllah:
– Bir de ramazân orucu, buyurdu. O zât:
– Üzerimde bundan başkası da olacak mı? diye sordu. O da:
– Hayır, meğer ki kendiliğinden tutasın, cevâbını verdi. Talha der ki: Rasûlüllah, zekâtı da ona söyledi. O zât yine:
– Üzerimde bundan başkası da olacak mı? diye sordu. Yine Rasûlüllah:
– Hayır, meğer ki kendiliğinden veresin, cevâbını verdi. Bunun üzerine (o Necdli fakîr zât):
– Vallahi bundan ne artık, ne eksik bir şey yapacak değilim, diyerek arkasını dönüp gitti. Bunu duyunca Rasûlüllah:
– Eğer doğru söylüyorsa felah buldu gitti, buyurdu.