Dünya’da neler olup bittiğini onların ağzından dinledi; Barışı ve savaşları öğrendi. Enlil’in yeminiyle silinip gidecek olan Dünyalıların nasıl tekrar çoğaldıklarını dinledi Anu. Okyanusların ötesindeki diyarda altın bulunuşunu ve oradaki arabalar yerini açıkladı Enlil ona. Ardından gördüğü rüyayı ve Galzu’dan gelen tableti anlattı Enki ona. Anu buna çok ama çok şaşırdı:
Bu isimde gizli bir elçi tarafımdan hiç gönderilmedi ki Dünya’ya! Böyle dedi Anu üç öndere. Enki ve Enlil çok şaşırdılar, birbirlerine bakakaldılar. Ziusudra ve yaşam tohumları Galzu sayesinde kurtarıldı, dedi Enki. Nibiru’ya döndüğünüz gün öleceksiniz, dedi Galzu bizlere. Anu buna hiç inanamadı; devrelerin değişimi çok sorun açıyordu ama iksirle iyileştirilebiliyordu!
Senin elçin değil idiyse, kimdi Galzu, dedi Enki ve Enlil bir ağızdan. Dünyalıların kurtarılmasını kim istedi? Dünya’da kalmaya kim zorladı bizi? Ninharsag yavaşça başını salladı: her şeyin yaratıcısı adına göründü Galzu! Dünyalıların yaratılması da mukadder miydi, diye merak ettim şimdi! Bir süre sessizce oturdu dördü; her biri yüreğinden geçirdi geçmişte yaşananları.
(işte bu noktada gerçek Tanrı inancına yaklaşıyoruz. Tanrının elleri böyle işlev görüyor. Tanrısallaşan ışık insanları böyle mucizelere sebep oluyor. O nedenle Hızır inancına ayrı bir parantez açıyorum. Dünya’nın bekçisi, bizim koruyucumuz Galzu yani Hızır’dır. O Tanrının elidir. Bu kadar yüksek teknolojiye sahip Anunnakileri bile rahatça yönlendirmiş ve insanoğlunu korumuştur. Dinin başladığı nokta Hızırdır. Anunnakiler Her Şeyi Başlatan Baba diyerek mükemmel bir Tanrı tasviri yapmışlardır.
Aslında son derece ezoterik inançları vardır. Ancak o bitip tükenmek bilmeyen hırsları onları tıpkı bizler gibi zavallı durumuna düşürmektedir. Kendileri gibi yarattıkları insanları çırılçıplak hizmetçi olarak kullanacak kadar seviyesizleşebilmişlerdir. Bu gün Dünya’ya bir bakın. İnsanoğluna bir bakın. Bu tehlikeli varlığın kötülük anlamında neler yapabileceğini bir düşünün.
Anunnakilerin Ortadoğu eksenli yaşam alanlarında insanları köleleri gibi kullandıkları zamanlarda, Anadolu’da tam tersine eşitlikçi bir düzen vardı. Bırakın Anunnakilere yapılan muhteşem tapınakları, ibadethaneleri bile diğer binalardan farklı değildi. Zengin ya da fakir yoktu. Beslenmeleri bile aynıydı. Komanalarında (şehir devlet) içlerinde bilgi ve ahlakta üstün olanları önder yapıyorlardı. Bunlar hem çalışarak kendi ekmeğini kazanan, hem bilge, hem de ahlaklı kimselerdi.
Sır dedikleri (isminden de anlaşıldığı gibi) gizemlerini, iyi yetiştirilmiş genç bilgelere aktarılıyordu. Bu gün Çatalhöyük ve Göbeklitepe nin tarihinin M.Ö. 11. 000. yıla dek uzandığını biliyoruz. Peki ama Anunnakiler nasıl oldu da Anadolu’da böyle bir düzenin kurulmasına izin verdiler? Anadolu’dan sorumlu Anunnaki İşkur bu durumu göremedi mi? Daha ilginci kökü Anadolu da olan müthiş ışık inancı nasıl filizlendi?
Tüm Dünya Anunakilere tapar ve buna din derken, Anadolu ışıkları nasıl oldu da gerçek Tanrı’yı keşfedip, tapabildi? Hem de aracı koymadan, peygambersiz, kitapsız, cennetsiz, şeytansız, korkusuz, sevgiyle, ayırımsız, tüm insanlığın eşit görüldüğü, kadının kutsal görüldüğü, çocukların baş tacı yapıldığı, cana kıymanın Tanrı’ya kıyma sayıldığı bu inanç nasıl yeşerdi?
Bizler kısmetleri emrederken, kaderin eli yönetmekteymiş bizi! Böyle diyordu Anu. Her şeyin yaratıcısının muradı çok açık: Dünya’da Dünyalılar için yalnızca elçileriz biz. Dünya Dünyalılara ait, biz onları korumak ve ilerletmek için buradayız! Görevimiz bu ise eğer, buna göre davranalım! Böyle diyordu Enki. Kısmetleri emreden büyükAnunnakiler topraklara ilişkin fikir alışverişi yaptılar:)