Enkidu, hayat kadınının karşısına oturdu. O, onun sözcüklerini dinledi ve anlattıklarına kulak verdi. Kadının öğüdü, yüreğine işledi. Kadın, bir giysi çıkardı: Birini ona giydirdi, öbürünü kendisine alıkoydu. Kadın, onu bir ana gibi elinden tutup çobanların sofrasına, hayvanların ağılına götürdü. Onun, yurdu dağlar olan Enkidu’nun, önceleri ceylânlarla ot yiyen adamın, kalabalığın sütünü emenin, şimdi önüne yemek koydular. O, utanarak gözünü dikiyor, bakıyordu. Enkidu, ekmek yemesini bilmiyor, içki içmesini anlamıyor! Hayat kadını, ağzını açıp Enkidu’ya dedi:
“Enkidu, ekmek ye! Bu, yaşamın koşuludur! İçki iç! Bu, ülkenin göreneğidir!” Enkidu, doyuncaya dek ekmek yedi. Yedi küp içki içti. İçi açıldı, neşe buldu. Yüreğine açıklık geldi, yüzü parladı. Kıllı, pis gövdesini sıvadı, kendi kendini yağladı, insana döndü. Sonra bir giysi giydi, artık adam oldu. Aslanların üstüne yürümek için silâhını aldı. Çobanlar geceleri uykuya daldı. Kurtları yakaladı, arslanları kovaladı. Eski bekçiler rahat ettiler. O, güçten üstün insan, o erkeklerin bir tanesi Enkidu, bunlara bekçi oldu. Enkidu, hayat kadını ile eğlenirken gözlerini kaldırdı ve bir adam gördü. Hayat kadınına seslendi:
“Yosma! Adam buraya gelsin! O ne diye geldi? Söyleyeceğini dinlemek isterim!” Hayat kadını adamı çağırıp ona yaklaştı, ona dedi: “Adam, nereye acele ediyorsun? Yorulman neye yarar?” Adam, ağzını açıp Enkidu’ya dedi: “Benimle birlikte kız evine gel! Nişanlı seçmek için herkesin evi Uruk kralına daima açıktır. Nişanlı seçmek için herkesin evi, Uruk kralı olan Gılgamış’a daima açıktır. O, evlenecek olanlarla önce kendisi yatar, sonra da koca. Tanrısal yasaya göre bu, tanrının bir buyruğudur. Bu buyruk kendisine göbeğinin bağı kesilir kesilmez verilmiştir.”. Adamın sözü üzerine benzi sarardı…
Enkidu önden gidiyor, hayat kadını onun arkasından. O, Uruk’a girince halk çevresine toplandı. Uruk’ta caddenin ortasında durunca, insanlar başına biriktiler ve ondan şöyle söz ettiler: “O, aşağı yukarı Gılgamış’a benzer. Bedence daha ufaktır; ama, kemikleri onunkinden daha güçlüdür. Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. O, kalabalığın sütünü emmiştir.”
Zayıf yavrucuklar gibi ondan korkmalarına karşın, adamlar rahatladılar, “O yiğite karşı, gösterişi yaman bir yiğit alandadır. Gılgamış’a karşı tanrıya benzer, onun bir eşi alandadır! İşhara’ya özgü bir yatak hazırlanmıştır. Gılgamış’ın onun yanında kalması için. Bu gece onunla ‘Allahın emri’ olacaktır.” Gılgamış yaklaştığında, Enkidu caddenin ortasına dikildi. Gılgamış’a yolu kapamak isteyip, onu yatak odasına bırakmadı.
Gılgamış, kırda büyüyen, gür saçlı, ele avuca sığmaz Enkidu’ya baktı: Kendi kendisine yol açtı ve üstüne yürüdü. Kentin alanında birbirleriyle karşılaştılar. Enkidu, kapıyı ayağıyla kapayıp Gılgamış’ı içeri bırakmadı. Bunun üzerine boğalar gibi böğürerek kapıştılar: Kapının direklerini paramparça ettiler. Duvar, yerinden sarsıldı! Gılgamış ve Enkidu, evet, boğalar gibi böğürerek birbiriyle kapıştılar. Kapının direklerini paramparça ettiler. Duvar yerinden sarsıldı! Gılgamış diz üstü yere düşünce, öfkesi indi ve göğsünü geri çekti. Gılgamış göğsünü çeker çekmez, Enkidu ona, Gılgamış’a dedi:
“Anan olan, ağılın yabanıl ineği, Tanrıça Ninsun, seni bir tane doğurdu. Başın adamların tepesini aşmıştır! Enlil senin alnına insanların krallığını yazmıştır! Gücün evrenin beylerinden üstündür.” Birbirini öptüler ve arkadaş oldular.
“Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. Gökten inen yoğun cevhere benzer, gücü büyüktür! Kimse karşısında duramaz. Ona lûtfunu göster.”
Gılgamış’ın anası oğluna dedi, Ninsun, yabanıl inek, Gılgamış’a dedi:
“Oğlum….
“Onunla yukarı, aile ocağının kapısına gitti. O, bana karşı pek çok kışkırtıldı. Enkidu’nun babası ve anası yoktur. Onun dağınık saçları hiç kesilmemiştir. O, kırda doğduğundan kimse onu eğitmemiştir.”
Enkidu, orada durdu ve onun söylediklerini dinledi. Gözleri yaşla doldu. Söylenenler kendisine pek dokunduğundan acı acı içini çekti. Gılgamış, yüzünü ona çevirip, oturdukları yerde birbirleriyle kucaklaştılar; âşıklar gibi eller birbirinin üstüne kondu ve Gılgamış, Enkidu’ya dedi:
“Dostum, neden gözlerin yaşla dolu? Söylenenler sana dokunduğu için mi acı acı içini çektin?” Enkidu ağzını açıp Gılgamış’a anlattı:
“Dostum, bir acı boğazımı sıkıyor. Kollarım uyuştu, gücüm azaldı.”
Gılgamış, ağzını açıp Enkidu’ya dedi: “Ejder yapılı Humbaba ormanda oturuyor. Sen ve ben onu öldürüp şu belâyı ülkeden kaldıralım. Kendimize katran ağaçları devirelim.”
Enkidu, ağzını açıp Gılgamış’a dedi:
“Dostum, ben dağlarda deneyimliyim; yabanıl hayvanlarla oralarda dolaştım. Ormanın uzaklığı iki kez on bin saat çeker. Yukarıya, onun içine dalacak kimdir? Humbaba… onun böğürtüsü tufandır, evet, onun soluğu ateş, saldırısı ölüm. Neden ötürü böyle şeyleri yapmaya yeliyorsun? Humbaba’nın oturduğu yer için savaşan hiçbir kimse ona karşı dayanamaz.”
Gılgamış, ağzını açıp Enkidu’ya dedi:
“Katransa, ben bunun dağına çıkmak istiyorum. Bu dağ geniş ormanın ortasında bulunuyor. Humbaba’nın bulunduğu ormana gitmek istiyorum. Savaşta bir balta bana yeter. Sen burada yalnız kal, ben oraya gideceğim.”
Enkidu, ağzını açıp Gılgamış’a dedi:
“Oraya nasıl gidebiliriz… Katran ormanına? Gılgamış, onun bekçisi bir savaşçıdır. Hiçbir zaman ımızganmaz. Enlil onu, katranları korusun diye insanların başına belâ kılmıştır. Her kim yukarı, ormana çıkarsa, kötürüm olur.”
Gılgamış, ağzını açıp Enkidu’ya dedi:
“Güneş gökyüzünde durdukça tanrılar sonsuza dek yaşarlar. Ancak, insanın günleri sayılıdır. Onların ettikleri hephavadır. Sen daha buradayken ölümden korkuyorsun. Yiğit ruhundaki gücün sana yararı ne? Öyleyse, seni ben götüreyim de, ağzın bana: “İleri git! Korkma” diye çağırsın. Kendim ölürsem adımı yükseltirim, ‘Ejder yapılı Humbaba’nın düşmanı Gılgamış ölmüştür,’ derler.”
“Katran devirmek için elimi bulaştırmak istiyorum. Kendim için bir ad bırakmak istiyorum. Şimdi dostum, silâhçı ustasına gitmek istiyorum. Silâhlar gözümüzün önünde dövülsün.”
El ele verip silâhçı ustasına gittiler. Ustalar, oturup birbirleriyle danıştılar. Büyük baltalar dövdüler. Üç okkalık nacaklar dövdüler. Yalımı iki okkalık büyük kılıçlar dövdüler. Kabzaların başı on beş okkalık, kılıçların kını on beşer okkalık; altından. Gılgamış ve Enkidu, her biri 300 okkalık silâhlar taşıdılar. Adamlar, Uruk kentinin yedi sürgülü kapısına vardılar; halk bir araya birikti; Uruk sokaklarına neşe saçıldı. Gılgamış, Uruk sokaklarında halkın neşesine tanık oldu. O, karşısında oturan halka seslendi:
“Ben, ejder yapılı Humbaba’ya gitmek istiyorum. O söylenen şeyi, ben Gılgamış, görmek istiyorum. Onun adı ülkelere yayılmıştır. Katran ormanına koşmak istiyorum. Uruk çocuğunun nasıl güçlü olduğunu bütün ülkeye anlatayım. Katranları devirmek için elimi bulaştırayım. Kendim için sonsuzlaşacak bir ad yapayım!”
Uruk mahallesinin yaşlıları dönüp Gılgamış’a dediler:
“Gılgamış, sen genç olduğundan, gönlün seni böylesine ileri götürdü. Sen burada ne yaptığını bilmiyorsun. Bizim işittiklerimiz, Humbaba’nın çok acayip olduğudur. Onun silâhının karşısına çıkacak olan kimdir? Orman iki kez on bin saat uzaklık çekiyor. Yukarı çıkıp onun içine girecek olan kimdir? Humbaba, onun böğürtüsü tufandır, evet, onun soluğu ateş, onun saldırısı ölüm. Neden dolayı böyle şeyleri yapmaya heves ediyorsun? Humbaba’nın oturduğu yer için savaşan hiçbir kimse ona dayanamaz.”
Gılgamış, öğütçülerinin sözünü dinledikten sonra, gülümseyerek gözlerini arkadaşına dikti. “Korucuyu meleğin seni sıkıntılardan kurtarsın; barış içinde Uruk kıyısına dönmen için sana kılavuz olsun!”
Gılgamış, diz çöküp elini kaldırdı:
“Söyledikleriniz yerini bulsun. Şimdi gidiyorum. Şamaş! Ellerimi sana kaldırıyorum: oraya varınca canım sağ esen kalsın! Beni Uruk kıyısına geri döndür! Gölgeni üstümden eksik etme!” Bundan sonra Gılgamış, arkadaşını çağırdı, falına onunla birlikte baktı. Gılgamış’ın gözlerinden yaşlar boşandı:
“Hiç gitmediğim bir yol. Sonu belli olmayan bir yolculuk. Burada sağ esen kalırsam seni gönlüme göre sevmiş olurum. Kendimi senin zevkine kaptırmak isterim, seni tahtlara geçirmek isterim.”
Artık köleler silâhlarını getirdiler. Büyük kılıçları, yayı, sadağı eline teslim ettiler. Baltaları aldı, sadağı ve Anşan yayını bir yanına astı, kılıcı kemere taktı. Yolda yürümeye başladılar. İnsanlar Gılgamış’a sordular:
“Sen ne zaman kente geri döneceksin?”